XX.BÖLÜM | Gerçeklerin Hüzünlü Tarafı |

618 56 121
                                    


Nam Hyu Seung, Jeon Jong Hyuk - I Will Never Die (Çok sevdiğim bir reenkarnasyon dizisine ait bir şarkı, The Royalty'e çok yakışıyor 🤍)

|


1732 – Ağustos

Zamanın hızı iki aşkı birlikte tutmaya yetemeyecek kadar hızlı akıp giderken krallığın üzerine düşen güneş artık eskisi kadar iyi ısıtamıyordu. Ağustosun sıcaklığı bu sene yağmurla bezenmişti. Her gün yaz yağmurları sıcak toprağa düşerken bu krallıkta yalnızca iki kişi bunun sadece bir yağmur olmadığını biliyordu.

Gökyüzü şahit olduğu aşka böyle veda ediyordu belki de. Aynı gökyüzünün altında, birlikte, demişlerdi birbirlerine ancak acımasızlığın rahatlıkla gezdiği bu topraklarda masumiyete yer yok gibiydi.

Genç prens, yatağının kenarına oturmuş üzerindeki ince salaş beyaz bir gömlek, uzun bir pantolon ve terlikle dışarıdaki bardaktan boşalırcasına yağan yağmuru izliyordu. Gözlerindeki ıslaklık pencereye her çarpan yağmur damlalarıyla daha da çoğalıyordu. Az bir zaman kaldı, diyordu içinden ve bu az zaman göğsüne bir kılıç darbeleriyle yara açarken ne yapacağını da bilmiyordu.

Sanki etrafındaki herkes her şeyi biliyormuş da ondan nefret ediyormuş gibi bakıyorlardı. Bu canını daha da çok yakıyordu çünkü o yirmi bir yıllık hayatı boyunca onun düşüncelerine ters giden insanlarla karşılaşsa bile onlara hiçbir zaman kötülükle, kötü bir bakışla bakmamıştı. Farklılıklar insana özeldi, onlara aitti ve belki de insanı insan yapan, bizi onlardan ayıran en büyük özellikti ve birilerinin ona farklı diye kötü gözlerle bakması acımasızlıktı. Bu saf bir kötülüktü ve o bunları hak etmiyordu; hak etmemeliydi.

Kapının tıklatılma sesiyle birlikte gözlerini kırpıştırarak kendisine gelerek bakışlarını birkaç saniye sonra açılan kapıya çevirdi. Gelmesini istediği kişi sevdiği adamdı fakat kapının oradaki kişi babasının korumalarından birisiydi. Boş gözlerle gelen kişiye bakarken gelen kişi ona selam vererek eğilmişti.

''Prens Jeon, Kral Jeon sizi odasında beklediğini söyledi.'' Dediğinde prens başını olumlu anlamda salladı. Adam kapıdan çıkarken Jungkook hala öylece oturuyordu.

Kalbindeki sızı ise ağırlaşarak göğsüne daha da yük olarak çoğalmaya başlamıştı bile.

|

''Hoseok sen misin şimdi?'' dedi Jimin bakışlarını bir an olsun karşısındaki adamdan çekmeden.

''Ne bekliyordu acaba?'' diye bakışlarını Yoongi'ye çevirdi Hoseok ve sonra da memnuniyetsiz bir şekilde mırıldandı. ''Beğenmedin mi beni?''

Dışarıdaki yağan yağmurun sesi şiddetli bir şekilde duyuluyordu. Jimin, Seokjin, Yoongi ve Hoseok şaraphanede bir masanın yanında oturmuş dakikalardır birbirlerine garip bir şekilde bakıyorlardı. Yoongi sonunda Hoseok'u olduğu yerden bulmuş biraz zor olsa da saraya getirebilmişti. İçeriye girmesi ise başlı başına kaostan ibaret olmuştu.

Kılık değiştirerek gelmekten başka bir şansı yoktu. Hoseok'u Kral Jeon'un etrafındaki herkes yakından tanırdı ve yakında düğün olacağı için Jeon Krallığı'ndan neredeyse herkes buradaydı bu yüzden öncekine oranla daha çok dikkatli olmaları gerekiyordu.

İçeriye Joseon Krallığı'nın askeri gibi girebilmişti. Aksan farklılıklarından dolayı ilk baş Seokjin endişelense de Hoseok üzerinden layığıyla gelebilmişti. Seokjin ile birlikte içeriye girebilmişti ancak tam o sırada diğer askerlerin çalışma zamanına denk geldiği için ve onları çalıştıran kişi Seokjin olduğu için Hoseok'u da eğitime almış onu birkaç saat boyunca çalıştırmıştı. Çalışmanın sonunda ise bu kadar geç bulunduğu için bunun ona bir ders olması gerektiğinden bahsetmişti.

The Royalty | TaekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin