1 Eylül 1732İlkbaharda açan çiçekler,
Sonbaharda solarlar.Sevgiyi iliklerine kadar tadanlar olurdu; bir de sevgiye dokunamadan geçip giden ruhlar olurdu. Kalbinde çiçek açtıran insanlar ölürken o çiçekleri kendi elleriyle soldururlardı. Kaybedenler yalnızca zararı düşünürken kazananlar sadece kendilerini düşünürdü. Ah, çekerdi canı yanan her insan zayıflığını böyle belli ederken arkadan vurmak için beklerdi diğerleri.
Kaybedenleri arıyordu her başıboş insan. Neyin farkındaydı ki, kazandığının farkında olsun? Ölümler soğuk günlerde gelirdi, güneşli günler yaşamı hatırlatırken soğuğun ölümü hatırlatması ne kadar adildi ki? En azından o hak etmemişti tüm bunları.
Yirmi bir yıl.
Küçücük bir kalbin nefes aldığı senenin dünyadaki iziydi. Kimsenin duymadığı, kimsenin bilmediği, kimsenin yeterince sevmediği ve kimsenin yeterince göremediği yirmi bir yıl. Arkana dönüp baktığında o çok uzun yıllarmış gibi gelirken şu an o kadar kısa geliyordu ki, sanki hiç var olmamış, hiç yaşamamış gibiydi. Küçük bir çocuğun serzenişleri vardı, gülüşler ama çoğunlukla hıçkırık sesleri duyulurdu, görünmezdi bir de o. Kimsenin görmediği, adını bildikleri ha bir de prens varmış diye dillendirip iki dakika sonra unuttukları öz babası tarafından bile sevilmeyen küçük bir çocuktu.
Jeon Jungkook.
İki kelimenin tonlarca yükü, minicik bedeni, koskocaman sevgi barındıran kalbi, yıldızları değdirmiş gözleri, ayı andıran teniyle en çok o var olmuştu bu dünyada. Kimsenin görmediği ama tek bir kişinin âşık olduğu bir adamdı o.
Her şeydi.
Çok şeydi, Taehyung'un her şeyiydi. Dünyada olmak istediği tek şey buydu onun. Taehyung'un her şeyi olmaktı. Çünkü en çok o biliyordu içinde durmadan büyüyen bu aşkı hiçbir tarih kitapları yazmazdı, efsaneler duymazdı, insanlar görmezdi ama onlar bilirdi diğerlerinin ne önemi vardı ki? Yirmi bir yılın acısı değil en güzel anı olmak da en çok ona yakışmıştı. Sonun yakıştığı gibi.
Mağaranın içerisine kadar gelen yağmurun tok sesi, rüzgârın kulak zarına işkence eden esintisi ve bedenine değen kuru soğuğun etkisi altı ay boyunca gökyüzünde gördüğü güneşi hasret bırakıyordu. Altı ay önce doğmuştu onun için güneş. Kuşlar ayrı güzel uçmuştu; daha çok fark ettirmişti özgürlüğün tadını. Çiçekler altı ay önce açmaya başlamıştı; ilk defa bu kadar güzel koktuklarını fark etmişti. Sıcak tenini altı ay önce yakmayı bırakmıştı; tenine her değdiğinde yüzünün gülümsemesine neden olmuştu. Altı ay önce tatmıştı güzel duyguların hepsini. Ensesinden bir huysuz hırsız gibi giren kiraz çiçeği ona güzel günleri hediye etmişti; oysa Jeon Jungkook'a o güne dek hiç kimse hediye vermemişti.
Yıldızları severdi bir tek Jungkook, dolunayın olduğu geceler yıldızları görmek bir işkence olsa da altı ay önce dolunayda bile görebilmişti çok sevdiği yıldızlardı. Tüm bunlar Sevgili Kralı, Kim Taehyung'un etkisiydi pek tabii kim bunun farkında olmazdı ki? Hayatı değişmişti belki de şimdi ölmenin tam zamanıydı; aşkı tatmışken, en güzel anda.
''Seokjin ve Taehyung nerede?'' dedi Yoongi meraklı bir ifadeyle. Bakışları mağaranın içerisinde dolandıktan sonra Jungkook'un bir anda değişen ifadesine değdiğinde işlerin onlar içinde pek iyi gitmediğini anlamıştı.
''Taehyung siz gelene kadar yememiz için bir şeyler bulmaya gitti,'' diye söze girmişti fakat Seokjin ile ilgili bir şey demediğinde Yoongi hızla onun yanına gelerek tam önünde durdu. Jungkook'un bakışları elinde tuttuğu kurumuş kan izleri bulunan kılıca gittiğinde Yoongi'nin de ifadesi tıpkı onun gibi değişmişti. ''Dün bize saldırdılar,'' dedi titrek sesiyle. Yoongi ona baktığında gözlerinin dolduğunu fark etti. ''Seokjin, o Taehyung'u kurtarırken,'' devamını ise getirememişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Royalty | Taekook
أدب الهواة1732 yılında aşkları yarım kalan Kral Kim ve Prens Jeon reenkarnasyon sonucu 2023 yılında yeniden karşılaşırlar. Gökyüzü üşüdü yazın bittiği o ilk günde. Yağmurlar yağdı yeryüzüne canı yanmış genç adamın göz yaşlarını temsilen. Yeniden doğduğun gün...