Bölüm | 35

7.1K 439 64
                                    

AŞM| Bölüm: 35

Geçmişin gölgesi, geleceğin kaygısıyla debelenirken, bir de bakmışsın ki yıllar geçmiş çoktan. Sen ise olduğun yerde karanlıklar içinde kalmışsın hiç yoktan.

Anna Meryem Aksel

Dünden bugüne ne değişti derseniz, sadece duçar olduğum o çaresizlik daha da katlanılmaz hâle geldi. Saat sabahın altısıydı, bahçedeydim, yalnızdım, boğuştuğum duyguların merhametine sığınmıştım. Merhamet... Yabancısı olduğum, uzun zamandır eksikliğini hissettiğim o hissiyat. İyi biri değildim ben, kabul ediyordum. Lâkin kötü de sayılmazdım. Değildim değil mi? Lütfen olmayayım. Aksi gibi bana rahat yüzü vermeyen iç sesimi haklı görmeye başlayacaktım.

Kızın günahlarının bedelini ödüyor Meryem.

Hayat bana zalim davranıyordu. Hayır, hayatın bana merhameti yoktu. Hayır... Hayır, benim kendime merhamet ettiğim yoktu.

"Sana kahve yaptım," diyen sesin sahibine döndüm. "İhtiyacın var sanki," dedi. Hüzünlü bakışlarla beni izleyen Süreyya'yla göz göze geldiğimde içim acıdı. Perişan hâldeydi. Dün gece öğrendiklerinden olsa gerek dağılmıştı. Gözlerinin içi kan çanağına dönmüş, solgun çehresine keder çökmüştü. Bir gecede yaşlanmıştı sanki. Veyahut erken yaşta boğulduğu yasını hatırlamıştı. Hatırlamak unutmaktan daha ağırdır neticede.

Uzattığı kupa bardağı alırken, "Teşekkür ederim," diye mırıldandım. Buruk bir tebessüm kondu dudaklarına, önemli değil dercesine kafasını salladığında karşıma geçip oturdu. Elindeki diğer bardağı ortamızdaki masaya bırakırken omuzlarına örttüğü şala sarılarak arkasına yaslandı. "Evdekiler iyi mi?" diye sordum. Merak ettiğim kişi babasının ölümüyle tekrardan yüzleşmek zorunda kalan Hümeyra'ydı. Bunu o da biliyordu. Aksi gibi diğerleri umurumda değildi.

"İyi değiller," dedi Süreyya, kederle nefeslenirken. "Hiçbirimiz iyi değiliz."

Kafamı ağır ağır sallarken, "İyi değiliz," diye tekrarladım onu. "Hiçbirimiz..."

"Ama iyi olacağız," dedi Süreyya kişiliğinin verdiği umutlu tınısıyla. Kabul etmek gerekirse ona hayrandım. Çok güçlü bir kadındı ve ben ona imreniyordum. Dik durabilmek, bunca acıya rağmen ayağa kalkabilmek, her şeye rağmen gülümseyecek bir şeyleri görmek... Bu yaptığı herkesin harcı değildi.

"Belki," dedim onun aksine melankolik ruh halimin verdiği karamsarlığı zorlukla bastırırken. "Hayat sürprizlerle dolu, kim bilir..." Bir gün tamamen iyileşeceğime, içimdeki o kör karanlığı yok edeceğime, her şeye rağmen hayatı göstermelik değil de hissederek yaşayacağıma olan inancım sıfırdı. Yine de ona katılmayı seçmiştim. Kendim için değil, bir yerlerde nefes aldığını ümit ettiğim kızım için... Kızım yaşıyordu değil mi? Annesiydim ben, ona bir şey olsaydı eğer hissederdim değil mi?

"Zeyd adında senden özür diliyorum," dedi Süreyya, konuşmaya başladığında. Sesi kısık, ağladığından olsa gerek fazlasıyla tarazlaydı. "Sana saygısızlık yaptı. Amcasına olan öfkesini sana yöneltmeye hakkı yoktu. Öfke anında söylediği sözlerdi onlar, bunu sende biliyorsun ama yine de bunu yapmamalıydı. Bu evde hepimize karşı seni savunan tek kişiyken, zerre inanmadığı sözleri sarf etmemeliydi. Eve döndüğünde onunla konuşacağımdan yana şüphen olmasın. Hoş ben konuşmasam da o çoktan pişman olmuştur ama yine de..."

"Süreyya," dedim, devam etmesini engelleyerek. Mahcuptu, konuşamıyordu. Karşımda kem küm etmesini istemiyordum. "Önemli değil," dedim içini rahatlatırcasına. Gerçekten de şu anda benim için zerre önemi yoktu. Önemli olan tek şey kızımdı, ona tekrardan kavuşmamdı. "Zeyd Arslan'ı tanıyorum ben," dedim kahvemden bir yudum alıp uzun soluklu bir nefes çekerken içime. "Ona kırgın ya da kızgın değilim. Amcasıyla olan ilişkisi de beni ilgilendirmiyor. Onun adına benden özür dilemene, kötü hissetmene gerek yok."

ALABORA | Şah & Mat ✔Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin