KA

488 20 12
                                    

Tunga Tigin Tong Yabgu Temir Kara ve eşi İlâtun Gerelma Ayra gecenin karanlığında saklanmış çimenler kadar yeşil halının üzerinde üzerlerinden dökülen kırmızı pelerinleri ve üzerindeki altın işlemelerin mumların kızıllığında dans eden dantelleriyle belirdiklerinde çölün sıcak havası, etrafımızı saran ağaçların hışırtısıyla mırıldandı. Kafalarının tepelerinde yakutlarla süslenmiş taçları boyunlarını elbiselerinin sert yakalarına doğru gömerken uzun kahverengi saçları omuzlarından sırtlarına doğru tıpkı denizin dalgaları gibi dökülüyordu. Kahverengi çekik gözleri yüzlerine çarpan mum ışıklarında alevlenmeye hazırlanan ateş gibi parlarken önlerinde yürüyen, eteklerinde ziller çalan şamanların arkasında, etraflarında dolanan soytarıların yaktıkları tütsülerle birlikte ağır ağır yürüyorlardı.

En ön sırada, annemin yanında reverans vermiş geçişlerini izlerken meraklı gözlerle onları izliyorum. Kuzgunlar ve Temir en iyi ihtimalle yılda bir kez, kendisinin vermiş olduğu baloda karşılaşırdı. O, Hazar denizinin kenarında, asma bahçeleriyle nam salmış krallığında yaşarken biz Avrupa'nın ilk kıyısında yaşardık. Kuzgunlar ve Temir ne kadar bir gibi görünse de aslında güç savaşında birbirleriyle sırt sırta değil karşı karşıyaydı.

Timur soyundan gelen bu halkı yok olmaktan kurtaran asırlar öncesinde Kuzgunlardı.

Temir neyse Kuzgunlar da oydu.

Şamanların eteklerindeki ziller sessizleştiğinde reverans veren tüm davetlilerle birlikte bükülmüş dizlerimi, eğilmiş belimi düzeltip çenemi havaya kaldırdığımda doğrudan ona bakıyordum. Babasının yanında, üzerindeki yeşil üniformasıyla birlikte dikilen Arden, doğrudan karşısına bakarken dolaylı yoldan benimle göz göze gelmişti. Gecenin karanlığına, etrafımızı aydınlatan mumlara rağmen iki safir gibi parlayan mavi gözleri, gökyüzünü andırıyor gecenin ortasında gün gibi etrafını aydınlatıyordu.

Yahut sadece benim gecemi aydınlatıyordu.

Güneşte parlayan koyu kumral saçları gecenin yansımasıyla koyulmuş, buğday teni yüzüne vuran mumlarla altın gibi parlıyordu. Biçimli kaçları, gür kirpikleriyle bir olmuş gözlerindeki iki mavi gökyüzünü perçinlerken köşeli suratı, dümdüz dudakları ciddiyetini koruyordu. Gözlerini benden almadıkça ona bakmaktan kaçmak istemiyordum.

Göğsümde, ne zaman oluştuğunu bilmediğim kadar uzun zaman önce yaratılmış bir oda vardı; onun resimleriyle, yüzüyle ve kendisiyle doldurduğum küçük, derme çatma, gizli bir odaydı. Kapısı kimsenin içine bakmayacağı kadar sade, içi onu bile korkutacak kadar onunla doluydu. İlk ne zaman gördüğümü bilmeyecek kadar hayatımda eskiydi ancak tanışmamız da bir o kadar geç. İlk kez bana elini uzatıp beni ata bindirirken parmaklarımda hissettiğim elinin sıcaklığı bugün bile aynı yerde yanıyordu.

Karşılıksızdı.

Ona olan sevgim de hislerim de dillendirilemeyecek kadar gizliydi.

Ağabeyim bana elini uzattığında zamanın geldiğini anlamıştım. Parmaklarımı ağabeyimin elinin üzerine bıraktığımda bana hafifçe gülümseyerek göz kırptı. Üzerimden dökülen saten, yeşil elbisemi kenara itip yumuşak halıya bastığımda üzerime dikilen tüm gözleri hissedebiliyordum. Artık, sosyeteye takdim edilecek yaşa gelmiştim. İlk reglimi iki ay önce olmuştum ve bu, artık evlenebilir birisi olduğumu geç olsa da topluma arz ediyordu.

Birçok kadına göre şanslıydım çünkü bekleyen takdimim Temir Kara'nın son oğlunun dünyaya gelişinin şerefine verilen onur kutlamasıyla birlikte olmuştu. Bu, diğer küçük baloların aksine daha kıymetliydi. Kuzgunların tek kızına yaraşırdı.

KUZGUN AVIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin