2. Bölüm: Bir Kalbin Çöküşü
Yıldızlara Bak - Yaşlı AmcaBölüm şarkısını dinleyerek okuyabilirsiniz. Keyifli okumalar!
“Yaralarının iyileşebilmesi için ilk önce kendini sevebilmeyi öğrenmelisin.”
Bir çocuğun gülümsemesi buruk olmamalı. Bir çocuğun anıları yarım kalmamalı diye düşündüm o an. Çünkü anılar ileride büyük izler bırakır...
Yalnız, tek başıma çaresiz hissettiğim o anların yine bir tanesine daha şahit oluyordum. Kalbimdeki bir sanrı tüm vücuduma işleyip, beni durdurmaya yetiyordu. Hiçsizlik içerisinde o kadar yorgunum ki. Alışmışım bu hissizliğe ve hissizliğin ne olduğunu biliyorum.
Alışmak... İnsan alıştıkça artık bir şeyler için tepki vermiyor. İçine attıkça tepkisiz kalmaya devam ediyor. İnsanın savaştığı en büyük savaş kendi hisleri ve düşünceleri.
Belki de her birimizin içinde günlerce devam eden büyük bir savaş var. Ve neredeyse her gün biz o savaştan galip gelebilmek için çabalıyoruz... Yalnız hissetmenin ne demek olduğunu biliyorum. Yaşanan ve yaşatılanlar arasında çok büyük bir fark olduğunu da düşünüyorum ama hiçbir şey sen tutunmadığın sürece seni olduğun yerden kurtarmak için gelmiyor...
Derin nefes aldım. “Kendine gel, ne olursun.” Hastanenin kafeteryasına doğru ilerledim. Kafenin sahibi olan kişiye “Lütfen, bir kahve alabilir miyim?” diye rica da bulundum. Kafenin sahibi kahvemi hazırlayıp bana verdikten sonra tekrardan dışarı çıktım.
Etrafa göz gezdirdim. Ağaçlar, kuşlar, çiçekler, bulutlar... Sanırım insanlardan daha çok doğa benim ruhuma iyi geliyordu. Kıyıda, manzaraya bakan bir tane boş bank gördüm. Ardından kahvemi yudumlayıp oturdum. Kahvemi de yanıma, bankın üzerine koydum. Ellerimi ısıtmak için eldivenlerimle kahvenin bardağını tuttum. Kahvenin sıcağı ellerimi ısıtıyordu.
Karşıda duran evleri, salep satan amcayı, havada uçan iki tane küçük serçeyi, hastaneye gelen insanları seyretmeye başladım. Günbatımı gerçekleşiyordu. Gökyüzü hafif hafif lacivert rengini alıyordu. Akşam olmuştu. Akşam olunca gelen giden insanlar yavaş yavaş azalıyordu.
O sırada gökyüzüne bakmak istedim. Baktığımda ise koyu bir karanlıkla karşı karşıya kalıyordum. Yolumu kaybetmiştim. Kendimi kaybetmiştim. Terki diyarda kendimi aramaya koyulmuş gibiydim. O kadar koyu bir karanlığın içerisinde o karanlığı aydınlatan yıldızlara baktım. Çok hoş ve güzel gözüküyorlardı.
Benimde gerçekten bir gün yolumu aydınlatabilen bir yıldızım olabilir miydi? Bu koyu karanlığın içerisinde beni aydınlığa çıkarabilen bir yıldızım olabilir miydi?
“Sevgili yıldızlar bu karanlıkta yolunuzu nasıl bulabiliyorsunuz?” diye nahif bir ses tonuyla yıldızlara bakarak söyledim. Etraftaki soğuğun vücuduma işlediği dakikalardan hemen sonra kahvemden tekrar bir yudum daha aldım. Yavaş ve sessiz adımlarla yanıma doğru yaklaşan birisini fark ettim. Bana seslendi. Bu tiz ve gür sesi daha önce duyduğumu hissediyordum.
“Hasta olacaksın. Hem de bu hâlde. Hiç acımıyor musun kendine?”
Ben kendime acımayı çoktan unuttum...
“Gökyüzünü izlemeye değer. Aslında iyiyim...” dedim.
“İyi değilsin. İyi olduğunu sanıyorsun ama iyi değilsin sen.” İyi olmadığımı söylemişti. Hiç olmazsa biliyordu iyi olmadığımı. Sorun da bu değil miydi zaten? İyi olmadığını bildiğiniz bir insanı bile bile enkazın altında bırakmak...
Boğazını temizledi. “Kendine eziyet etmeyi bırak.” Sert bir tavırla söyledi. Söylediği söze karşılık cevap vermek istedim. “İçimdeki çocuğu öldürmüş durumdayım, nasıl bırakabilirim?” diyerek sordum.
“Yaralarının iyileşebilmesi için ilk önce kendini sevebilmeyi öğrenmelisin.”
“Ben kendimi bu karanlıga kaptırdım. Yani sanmıyorum..." diyerek gökyüzünü işaret ettim. Benden izin almak istercesine “Oturabilir miyim?” dedi.
Ne diyeceğimi ve bu yabancının karşısında ne yapacağımı hiç bilmiyordum. Kendime sorular soruyor fakat cevap bulamıyordum. Belki de biraz içimi dökmeye, biraz olsun rahatlamaya ihtiyacım vardı.
Bırak otursun. Lütfen kalbinin sesini dinle...
Gözlerine baktım. Gözlerim gözlerine değdiği anda “Beraber bu eşsiz gökyüzünü izleyelim mi?” diye sordu. Bir sürü yıldız vardı ve yıldızların gökyüzünde oluşturduğu görüntü herkesi hayran edecek durumdaydı.
Koyu kahverengi gözlerindeki ışıltıdan anlıyordum izlemek istediğini. Onu biraz bekletmiştim. Düşündükten birkaç saniye sonra cevapladım sorusunu. “Elbette, neden olmasın.” Bu sözü söyler söylemez direkt yıldızlara çevirdi gözlerini.
Gecenin derin sessizliğinde kaybolup gidiyorduk sanki. Hiçbir canlıya ait ses duymuyordum. O kadar sessizdik ki. Bir diyalog bile kurmamıştık. “Yıldızları çok mu seviyorsun?” diye mırıldandığını duydum. “Evet sen de seviyor musun?”
Birlikte gökyüzünü izlemek istediğimde cevap vermeye çekinmişti oysa. Fakat gözlerinden anlaşılıyordu yıldızları seyretmek istediği. Sevdiğini söylemek yerine onlara hayranlık duymak istiyordu. Sanki bir şey söylemek istiyor ama çekiniyor gibiydi.
“Nasıl duyabilirsin ya? Ben mırıldanmıştım oysa.”
“Mırıldanmasaydın, duymazdım belki.” dediğimde ikimizde kıkırdamıştık. “Yıldızlara veya gökyüzüne büyük bir edayla bakıyorsun, bunun farkındasın değil mi?” Utanmıştım, yanaklarım kızarmıştı. Tek kelime dahi söylemek istememiştim. Yüzünü tam yüzümün hizasına getirdiği sırada yutkundu. Sadece onun söyleyeceği cümleleri dikkatle dinlemek istedim. Yutkunup, kendini hazır hissedince konuşmaya başladı.
“Seni gördüğümde sana büyük bir edayla bakan gözlerimi, yere doğru çeviren o çocuktum ben. Sahi ya kaç yıl benden anılarımı çaldı? Ben seninle ilk kez on üçüncü yaşında tanıştım. O günden sonra seninle olan anılarım yarım kalmıştı benim. Anılar yarım kalmamalıymış biliyor musun Elina. Eğer anıların yarım kalırsa, yılların esiri olurmuşsun. Bugüne kadar sen de benim beynimde tekrarlanan geçmiş oldun.”
Söyledikleri beynimde tekrarlanıyordu. Bana ismimle hitap etmişti. İsmimi biliyor ve beni tanıyordu... Notu okuduğumda kendine iyi bak yazısı bana geçmişimden bir anıyı hatırlatmıştı. Söyledikleri beni gördüğünde ilk gözleriyle yeri süzen ardından buruk gülümsemesiyle yanımdan ayrılan çocuğu hatırlatıyordu. Zihnimde canlanıyordu tüm küçüklüğüm. Kafamın içinde dolanan sesler ahşap yazlık evimizde hep beraber oyun oynadığımız günleri seslendiriyordu sanki. Gözlerimi kapatıp o anların güzelliğine bırakmak istedim kendimi. Biz küçüktük, sevdikçe büyüdük. Evet, biz şimdi ise büyümüştük. Peki ya sevgi bizim için ne demek oluyordu? Ne anlama geliyordu? Sevgiyi hissetmek ve sevginin verdiği huzura kapılmak ne demekti? Biz sevdikçe küçüldük aslında. Sevdikçe kırıldık, içimizdeki çocuğu olduğu yerde saklı tuttuk. Şimdi ise ne uzak geliyor bana o küçüklük anılarım, yüzümdeki mutluluğum... Hatırlamaya devam ettikçe kalbim derinlerden yaralanıyordu. Hissettikçe alışıyordum bu yorgunluğa. Ellerimi göğüs kafesim üzerinde birleştirip kalbimin üzerine dokundurdum. Küçük kızın evi kendi evinden başka bir yer değilmiş. Küçük Elina, kendi evinin çatılarını kendi onarmış bu zamana kadar. Kendi kendine ev olmuş...
“Sen o çocuk musun? İçine kapanıp bir şeyler söyleyemeyen, sürekli defterine sözler yazıp, bir şeyler karalayan ve gözlerini kaçıran çocuk?”
Devam edecek...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARŞILAŞMA (Düzenleniyor)
Romanzi rosa / ChickLit"Çok canın yanıyor mu?" dedi, çekinir bir sesle. "Benim canım onları kaybettiğim gün çok yandı," diye mırıldanıp bakışlarımı ona dokundurdum. Bir elini göğüsünün sol kısmına getirerek, "Ama seni tüm sevgisiyle sarıp sarmalayabilecek bir lütuf var."...