17

73 10 51
                                    

ellerim çenemin hizasında sıkıca kenetlenmiş bir şekildeyken sanki hem yüzümün yarısını bütün dünyadan saklamak istiyor, hem de yavaşça kayarak içerisinde bulunduğum odada silikleşiyor gibiydim. gözlerim önümde üst üste duran kağıtlar üzerindeki sabit bir noktaya kilitlenmiş, kulaklarımda gittikçe boğuklaşan sesler beynimin içerisinde sanki yeni yeni oluşmaya başlayan küçük, siyah bir noktayı besliyordu. hızlıca kayıp giden düşünceler altlarına tutunabilecekleri sert bir zemin hazırlamakta başarısız olduğumdan sendeliyor, gitmelerini istemediğim yönlere gidiyordu. sanki kafamın içerisi anlamsız bir gürültü yığınıyla dolup taşıyor gibiydi.

içimdeki bütün bu buhran karşısında dikkatimi hemen yanımda elinde koyu mavi, tükenmez bir kalem ile önümüzdeki evraklardaki bir takım kelimeleri ve cümleleri işaretleyen, bir yandan da yaklaşık yarım saattir bana bir şeyler anlatan alan'ın üzerinde toplamak oldukça güçtü. sıklıkla gidip gelen asistanlar ellerinde tepsilerle saat başı biten kahve fincanlarını götürüp yerlerine yenilerini getirirken ve masadaki kalemliğin gölgesinin boyu yavaş yavaş değişirken ben hâlâ zaman kavramımı geri kazanabilmiş değildim. en sonunda uzun bir süredir korumakta olduğum pozisyonumu, beynimdeki uğultuyu da noktalayarak bozmuş ve elimi dostça alan'ın omzuna koyarak ayaklanmıştım.

"bugünlük bu kadar yeterli, hava almaya çıkıyorum."

alan sanki fiziksel bir acı çekiyormuşum gibi ağır ağır verdiğim nefeslerimin arasından aceleyle kurduğum bu cümle karşısında şaşırtıcı bir şekilde bana sinir bozucu bir cevap verememiş, hatta direkt hiçbir şey diyemeden yalnızca odadan hızlıca çıkışımı izlemişti. hatta, daha da ilginç bir şekilde peşimden bile gelmemişti.

o an, koridorun sonundaki yangın merdiveninin kapısını güçlükle iteleyerek kendimi nasıl dışarıya attığımı idrak edemedim. tek yapabildiğim sırtımı, sanki oldukça sığ bir uçurumun kenarındaki incecik, taştan bir sütuna yaslıyormuş gibi duvara yapışmak ve kollarımı kendi bedenimin etrafına sararak yavaş yavaş yere çökmekti. bunu yapar yapmaz kendiliğinden buğulanan gözlerimi hissederek bir süredir kasmakta olduğum kaşlarımı nihayet serbest bıraktım ve elimi alnıma yaslayarak sessizce gözlerimi yumdum. boğazımdaki yumruyu yutkunarak gidermeye çalışırken ellerim bir yandan yeniden yakamdaki sigara kutusuna gidiyordu ancak canım istemiyordu bile. yalnızca ne yapacağımı da, ne hissedeceğimi de bilemez bir haldeydim. bundan ötürü isteksiz ancak başka çarem olmadığından haberdar bir tavır ile yakamdan bir dal sigara çıkardım ve alır almaz hemen yakmak yerine sigara dalını bir süre parmaklarım arasında sessizce inceledim, sebepsizce.

buğulanmış olduklarından görüşümü kısıtlayan gözlerimin bu sefer yanmaya başladığını hissettiğimde orada tek başıma olduğuma şükrettim, ben ne kadar istemesem de kendiliğinden akıp giden gözyaşlarım bana kendimi yeryüzündeki en zayıf varlık gibi hissettiriyordu, böyle bir düşüncede herhangi bir gerçeklik payı olmadığını biliyor olsam da. uyuşuk bir çaba ile dudaklarımın arasına yerleştirdiğim sigarayı zayıf bir çakmak alevi ile tutuşturmuş ancak içime çekemeden, daha doğrusu çekmeden yalnızca öylece durmasına müsaade etmiştim, istemiyordum. içmeyi de, burada olmayı da. belki aptalcaydı ama yalnızca eve gitmek, köpeklerimle ilgilenip biraz uyumak istiyordum. belki biraz yemek yapardım, o da fena olmazdı. ancak bir yandan farkındaydım ki asıl kaçmak istediğim yer burası değildi, işte bu yüzden dövünüyordum çünkü insan ne kadar çırpınsa da kendi zihninden hiçbir yere kaçamazdı. tüm benliğini, anıları ve kendisiyle birlikte tutuşturup tamamen yok etmediği sürece elbette. ancak bu yıkımın sonucunda geriye kalan bir avuç kül yığını ve kalas parçasına insan denebilir miydi ? bilmiyordum.

"seni her seferinde burada, bu şekilde sigara içerken bulmak zorunda mıyım ?"

sanırım "peşimden gelmemiş" diye bir düşünceye kapılırken fazla erken konuşmuştum. biraz daha ağzımda içilmeden boş boş durursa muhtemelen boğulmama sebep olacak sigarayı dudaklarımın arasından çekerek başımı kapıya çevirdim ve kapının yanında, kollarını göğsünün üzerinde bağlamış ve bana gözlerinde endişeli bir bakış ile bakmakta olan alan'a baktım. ona döndüğümde gösterdiğim yüz ifadesinden her ne kadar gurur duymuyor olsam da benden şimdilik alabildiği tek şey bir çift kızarmış göz ve sessizlikti. dudaklarını gergince ısırırken normalde sahip olduğu pozitif, eğlenceli kişiliğinin yerinde yeller estiğini gördüğüm her anda içime bir taş oturuyordu, sanki bir şeyler ters gidiyormuş ve olanlar bu şekilde olmamalıymış gibi. başımı onun tam tersi tarafa çevirerek hızlıca gözlerimi sildim ve sessizce güldüm. bu esnada hala ayakta durarak bana bakıyordu.

heart cutlet | hannigram.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin