"işte bu, suçlunun duygularına kendisini yok etmesine kasıtlı bir şekilde izin verişidir."
yüzümde ufak bir tebessüm ile hafifçe aşağıya eğik duran başımı kaldırıp dudaklarımı yaladım, direkt olarak görüş açım içerisine saplanan parlak projeksiyon ışığı gözlerimi hızlıca kırpıştırmama sebep olmuştu. yarı uyanık, yarı uykulu amfideki öğrencilere şöyle bir göz gezdirdim. hangilerinin beni dinleyip hangilerinin beni dinlemediğinden emin olamıyordum. elimdeki ufak kumanda ile bir sonraki slayta geçtim ve hafifçe yan dönerek konuşmaya devam ettim.
"empati, bir suçlunun en büyük düşmanlarındandır. çünkü empati onun kalbini yumuşatır ve bir takım olayları kafasında gereksizce detaylandırmasına sebep olur. çatalını sapladığı hindi, zihninde canlanıp kanat çırpmaya başlar. bu durumun yaratacağı tehlike ise işten bile değildir."
hemen arkamda duran masaya doğru yaslanarak yutkundum. ben birkaç saniyeliğine susarak düşünürken öğrencilerden bir çıt bile duyulmamıştı.
"ancak, bu bir avantaja da çevrilebilir..."
bu dediğimin üzerine sadece birkaç yorgun kağıt hışırtısı duyulmuştu, ben ise enerjimi kaybetmeden ellerimi keyifle birbirine vurdum ve masamın yanındaki düğmeye basarak amfinin ışıklarını yaktım.
"pekala bugünlük burada kesiyoruz, devamını sonraki dersimizde işleyeceğiz. iyi akşamlar millet."
öğrenciler yerlerinden yavaş yavaş ayaklanırken, eşyalarını toplarken ve birbirleriyle konuşurken çıkan anlamsız uğultu ancak sınıf boşalana kadar sürmüştü. bu dersin şimdilik kimsede bir ilgi uyandırmadığı belliydi ama kısa bir süre sonra işlerin değişeceğini bildiğimden bu beni demoralize etmiyordu.
işler pisleşmeye başladığında ilgiler toplanacaktı muhakkak. çünkü herkes şiddeti severdi.
artık boş olan amfideki masama yerleşerek çoktan soğumuş olan kahvemi elimle bir kenara iteledim nazikçe, artık onu içmenin bir manası yoktu. ağzımda zaten hâlâ iyileşememenin verdiği acı bir tat vardı.
gözlüğümü çıkardım ve elimle dağılmış, kıvırcık saçlarımı biraz düzelttim oturduğum yerden. kendimi pek bakımlı biri olarak nitelendirmezdim. her sabah sadece uyanır, yüzüme bir su çalıp gargara yapar ve o şekilde işime gelirdim. kahvaltı yok, parfüm yok. -deodorant belki...- benim lügatımda çalışan bir insan süslenmezdi. her halükarda yeniden kire batardı çünkü.
masadaki birbirine zımbalı fotokopileri ve dosyaları toplarken açık kapıdan içeriye giren bir figürü gözümün ucuyla seçebilmiştim. başımı oraya çevirdim.
"will, ne etkileyici bir dersti !"
kapıdan içeri giren ve üzerinde durduğum sahnenin aşağısından bana bakan kişinin sesi uzaktan bana ulaşırken yankılanmıştı. karanlıktan çıkmasıyla yüzü belli olan meslektaşımın dediklerine biraz alaycı bir şekilde güldüm.
"ne demezsin, tüm öğrencilerim narkoz yemiş sanki. yarısı uyuyor."
karşımdaki bu dediklerime kibarca kıkırdayarak bir elini beline yerleştirdi ve boynundan aşağıya sallanan, ters dönmüş kimlik kartını eliyle döndürerek düzeltti. o, benim aksime gayet bakımlıydı anladığım kadarıyla. benim kimlik kartım neredeydi, evdeki koltuğun altında mı ?
"hangimizin işi takdir görüyor ki ? düşünme bunları. haydi kaldır artık oradan kıçını ve ofise gel, yemek saati geldi."
sahnenin yanındaki alçak basamaklardam aşağıya indim ve amfiden dışarıya alan'ı takip etmeye başladım. gün sonunda hepimiz ortak ofislerimizden birinde toplanır ve karşılıklı yemek yerdik.
ikimiz ellerimizde bilgisayar çantalarımızla koridoru yürürken alan başını hafifçe yana doğru çevirdi, bunu yaparken yürümeyi kesmemişti.
"aslında şu an herhangi bir şey yemesek daha iyi, çünkü jack akşam bir iş yemeğine gideceğimizi söyledi."
"şştt ! ona jack diye hitap ettiğini duyarsa ikimizi de kapının önüne koyar. ayrıca nereden çıktı bu iş yemeği ? ben tam takım elbisemi kuru temizlemeciye göndermişken."
ofisin kapısını anahtarla açıp içeri girerken çıkan şıkırtıya eşlik eden ufak bip sesi bana hep sanki ofisime değil de bir otel odasına giriyormuşum gibi hissettiriyordu. içeriye geçtim, çantamı çalışma masamın altına yerleştirirken alan'ın da peşimden girmesini ve önümdeki tekli koltuğa oturarak bacak bacak üstüne atmasını izledim.
"fazla süslü püslü bir şey değil, sadece psikyatri camiasından iki eleman ile tanışacağız. jack suç birimimizde yeterince psikyatri uzmanı olmadığını söylüyor, bu da çok yakında bize katılabilirler demek."
"yani onlarla tanışıp yemek yiyeceğiz ve gözümüzle şöyle bir ölçüp tartacağız. hepsi bu kadar."
alan gömleğinin ön cebinden bir sigara paketi çıkartırken başını beni onaylarcasına sallamıştı. dudaklarının arasındaki ince, kahverengi sigarayı yaktıktan sonra elini yanağına yaslamış ve sakallarını kaşımıştı düşünceli bir surat ifadesiyle.
"...ancak benim anlamadığım senin derslerinin ne olacağı ? eğer o ikisi buraya geliyorsa en az bir tanesi eğitim görevlisi olacak. bu durumda sen ne yapacaksın ?"
dudaklarımı büzerek omuz silktim bedenimle ona "bilmem" der gibi.
"belki de bir terfi alırım ha, kim bilir ?"
karşılıklı gülmüştük bu cümlenin üzerine. alan'ın bana uzattığı paketten bir sigara alırken gözlerimi dağınık masamda duran bir resim çerçevesine çevirdim. bu köpeklerimle bir fotoğrafımdı, sekiz köpeğimle.
"aslına bakarsan bu halde de kimsenin bana kulak verdiğini sanmıyorum. biliyorsun, gelişen teknolojiyle birlikte kriminoloji ve suç psikolojisi biraz zamanın gerisinde kaldı. iş imkanları az, dersleri yoğun ve başarı oranı da oldukça düşük. kimse yükselemiyor."
"sen hariç ?"
gülümseyerek parmaklarımın arasında duran sigaradan bir nefes çektim. tutuşarak kızaran ve yavaşça eriyen kağıdın bıraktığı kül tıpkı benim gibi özensiz masama öylece dökülüvermişti.
"ben öğretmenim. onlardan iyi olmam normal olmalı."
"bahsettiğimin bu olmadığını biliyorsun, will."
kaşlarımı kaldırarak alan'a baktım, neyden bahsettiğini biliyordum elbette. müfettiş jack crawford beni akademik birimden narin bir çiçeği koparır gibi alıp dedektiflik bürosuna katmak istiyordu. ancak ben bu iş için biçilmiş kaftan olmadığımı biliyordum, elim neşter tutamazdı benim ya da sarı seloteyp. veya morglarda saatler geçiremez, bir panonun önüne geçip bir sürü görseli birbirine kırmızı iplerle bağlarken aklımı kaybedemezdim.
ancak aklımı zaten her şeye rağmen kaybedeceğimden o esnada habersizdim.
"siktir et. madem ne yaparsak yapalım yerimizden olacağız şu psikyatristleri bu akşam biraz dürtükleyelim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
heart cutlet | hannigram.
Fiksi Penggemarbryan fuller'ın televizyon dizisi hannibal'dan esinlenilmiştir.