karşımdaki boy aynasının önünde durarak elimle gömleğimin yakasını kavradım ve ufak hareketlerle sağa sola çekiştirerek düzelttim. ancak buna rağmen hâlâ hafifçe yana yatık duruyordu.
"hay senin ben..."
kendi kendime söylenmeye başlıyordum ki yatağımın üzerindeki ufak, tuşlu telefonun titreşmesiyle dikkatim gömlek yakamdan kopuvermişti. eğilip telefonumu aldım ve kulağıma yaslarken yeniden aynaya döndüm.
"alo ?"
"haydi will nerede kaldın ? on dakikadır seni arabada bekliyorum."
"birazdan oradayım, ben de tam çıkmak üzereydim."
karşı taraftan çağrının bitme sesini duyduktan sonra telefonumu aldığım yere yerleştirmiş, elimi biraz daha çabuk tutmaya çalışarak ayaklarımın dibindeki kemeri bile yerinden çıkarılmamış kumaş pantolonu kavrayarak yukarıya doğru çekmiştim.
kimse bu kıyafetlerin altında beyaz kolsuz bir atlet ve mavi çizgili bir baksırın olduğunu bilmeyecekti. tıpkı dış görünüşümün altında yatan katmanları bilemeyişleri gibi.
başımı yana çevirerek çene kemiğimin boynumla birleşmeye başladığı noktaya biraz parfüm sıktım. günlük hayatta hiç kullanmadığım ve alışkın olmadığım bu koku, tenime değer değmez beni hafifçe öksürtmüştü. ellerimi saçlarımın kıvırlarına daldırmış, onları da biraz düzelttikten sonra bir iki adım gerileyerek kendime şöyle bir bakmıştım.
"gözlüksüz daha iyi sanki olur sanki ?"
gözlüklerimi sakin hareketlerle suratımdan çıkardım ve gözlerimi kırpıştırdıktan kendimi baştan aşağı dikkatlice süzdüm. yüzümde gördüklerimi beğendiğimin kanıtı olarak tatmin olmuş bir tebessüm belirmişti. artık gidebileceğime kanaat getirdikten sonra üzerime uzun, siyah bir yağmurluk almış, boynuma askılıktan aldığım basit, gri bir atkı dolamış ve soğukta kolaylıkla üşüyen ellerime de aynı renkte deri eldivenler geçirerek evimi ana kapısından terk etmiştim.
yavaş yavaş kararmaya başlayan gökyüzüne kısa bir anlığına baktıktan sonra bedenimi saran soğuğa karşı insani bir şekilde ürperdim. neyse ki boynumda atkım vardı gibisinden bir düşünce geçmişti aklımdan, sanki beni soğuktan koruyan tek şey oymuş gibi. dudaklarımın arasından verdiğim her nefes ile birlikte çıkan buhar sisli gökyüzüne yükselerek kayboluyor ve uzaklarda bir yerlerde çalılıkların içerisinden cırcır böceği sesleri yükseliyordu. alan, arabasını evimin önüne park etmiş ve bekliyordu.
arabaya vardığımda aşağıya sallanan oldukça uzun yağmurluğumu ellerimle topladım ve ön koltuğun yanındaki boşluğa yerleştikten sonra kapıyı kapattım.
"çok beklemedin umarım."
"hayır hayır, daha da geç kalırsın sanmıştım."
"malum, biraz süslendim. sonuçta adamlar işinin en iyisi, kimseye rezil olmamak tercihimizdir."
alan karşısındaki direksiyonu elleriyle kavrayıp gaza basarken dediklerime ufak bir kahkaha atmıştı. göz ucuyla ona da bakmıştım farkında olmadan, o da normale kıyasla oldukça bakımlıydı.
"merak etme her şey harika olacak. bay jack crawfard çoktan vardığını haber etti, rezervasyonda herhangi bir aksaklık çıkıp çıkmayacağını kontrol edecekmiş."
"nasıl bir aksaklık çıkacaksa... neyin paranoyasını yapıyor bu adam anlamadım."
araba, evimin bulunduğu toprak yollardan geçerken lastiklerin altında ezilen taş parçaları ve kuru otların çıtırtılarını duyabiliyordum. gökyüzü akşamın etkisi ile canlı bir koyu mavi rengini almıştı. yere yakın, görüşümüzü etkilemeyecek kadar ince bir sis tabakası etrafa hakimdi. arka koltukların olduğu taraftaki camlar aralık, içeriye giren ıslak, çamur ve yağmur kokusu duyumlayabildiklerim arasına dahil edilebilirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
heart cutlet | hannigram.
Fiksi Penggemarbryan fuller'ın televizyon dizisi hannibal'dan esinlenilmiştir.