Annemin elleri; haddinden fazla uzamaya başlamış, boyalı saçlarımda gezinirken derin bir iç çektim. Ne kadar olduğunu algılayamadığım bir süredir ağladığım için nefesimin boğazımdan geçerken bıraktığı gıdıklayıcı his yüzünden hıçkırmamak için zor durmuştum.
Şu an bulunduğumuz konum çok nostaljikti. Annem koltukta oturuyordu ve ben onun dizinde yatıyordum. Bacaklarımı kendime çekmiş usulca gözyaşı akıtıyordum. Annemin parmakları saç tellerimden her geçtiğinde ağlama isteğim fazlalaşıyordu.
Nostaljikti çünkü ben küçükken ne zaman ağlasam bu hale gelirdik annemle. İlkokuldaki çocuklar bozuk korecemle dalga geçtiğinde, ortaokulda çelimsiz vücudum yüzünden alay konusu olduğumda ve lisede babamın dersler yüzünden üstüme geldiği her anda annem beni dizine yatırır saatlerce ağlamama izin verirdi. Ağlamam geçince de anlatırdım. İçimde ne var ne yoksa anneme dökerdim ve bundan asla ama asla pişmanlık duymazdım.
Şimdi de aynısının olmasını bekliyordu annem, "Yongbok." Diye seslendi bana bu yüzden. Ciddi olduğu her an Korece ismimi kullanırdı. Fakat ben eskiden olduğu gibi içimden ne geçerse dökemedim anneme. Ağzımı açar gibi olduğum her an kalbimdeki acıyla susmak zorunda kalmıştım. Neydi beni alıkoyan bilmiyordum. Her şeyimi bilen annemden ne diye kaçıyordum şu an? Söylesem, ufacık bir kelime etsem rahat edecektim fakat niçin bu kadar sıkıyordum kendimi?
"Oğlum neden bir şeyler anlatmıyorsun?"
Dudaklarımı ısırdım. Neden anlatamıyordum?
"Aldattı mı seni?"
Halime bakılırsa böyle düşünmesi normaldi. Anında reddettim onu
"Hayır."
"Neden gitti?"
Bir süre sustuk. Ben yine iç çektim. Onlarca defa iç çektim. Her seferinde belki içimden taşmak üzere olan her şeyi çıkarıveririrm diye düşündüm ancak olmadı.
"Yongbok beni korkutuyorsun.."
Ben de korkuyordum. Acı yine tüm bedenimi sararken gözyaşlarımın akıp annemin dizlerini ıslatmasına izin verdim. Düşüncelerim, olan biten her şey kafamın içinde dönüp dolaşırken kendimi bir çırpıda tek bir cümle söylerken buldum.
"Babam benden nefret ederek öldü anne."
Hıçkırmamak için verdiğim çaba büyüktü. Zira kendimi bıraksam yine bir ağlama krizi gelecekti peşinden ve ben aynı sahneyi tekrarlamak istemiyordum. Bir şeyleri anlatma isteğiyle kendimi sıkmıştım bu yüzden. Annemin mütemadiyen saçlarımda dolanan elleri birden durmuştu. Bir bebek gibi sızlanmak istedim o an
"Ne diyorsun oğlum?"
Şaşkınca sorduğu soruya sustum sadece. Yutkundum.
"Neden böyle düşünüyorsun?"
"Öyle.." dedim dudaklarımı birbirine bastırıp. Annem derin bir nefes verip beni omuzlarımdan tuttu ve kaldırdı. Bedenim onun dizlerine muhtaçtı şu an zar zor doğrulmuştum. Oturur pozisyona gelince yüzüne baktım. Çok zor gelmişti. Kafam o kadar ağırdı ki dik tutmak çok zordu.
"Yongbok." dedi uyarır bir ses tonunda. Bacaklarımı kendime çektim. Ne yapmam gerek bilmiyordum. Ne söylemem lazımdı mesela? Şu zamana kadar hisleriyle hareket etmiş birisi olarak ilk defa hislerime anlam veremiyor, dile getiremiyordum. Tüm bunların ağırlığı canımı yakıyordu. Bacaklarımı daha da çok kendime çektim. Yok olmak istiyordum.
"Biliyorsun," diye söze başladım, gözümden usulca akan yaşı hemen elimin tersiyle sildim ve devam ettim.
"Babam hep 'oğlan gibi' bir oğlu olsun istedi." anneme dönüp hüzünle gülümsedim. O da tam gözlerimin içine baktı, acı çekiyor gibiydi. Neyden bahsettiğimi biliyordu, evet acı çekiyordu. Burnumu çektim ve geri önüme döndüm.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Sharpest Lives, Jilix
Hayran KurguSenin ne benden ayrılmaya cesaretin var ne de gelip kendini affettirmeye Hiçbir şeye en ufak cesaretin yok ~~ Texting + düzyazı, Jilix