"Ya ya tabii sen öyle değince oluyordu çünkü aynen."
"Sen bana laf mı ediyorsun?"
"Asla."
Ve birden durduk, gözlerime sardığı saten siyah kumaşı açtı, karşımda deniz kum güneş, kumların üzerinde serili beyaz bir örtü, etrafına rüzgarda uçmaması için taşlar serilmiş, etrafta mumluklar, bir çiçek buketi ve içi yemek dolu bir sepet.
Gözlerimin dolduğunu hissediyordum, dümdüz duruşumdan ve hareket etmeyişimle sevgilimi tedirgin etmiş olmayılım ki arkamda kıpırdanmaya başladı, yanıma yaklaşıp suratıma baktığında yüzü dehşet verici bir şekil aldı, "Civcivi'm yanlış bir şey mi yaptım? Kurban olduğum niye ağlıyorsun?" eliyle kolumdan nazikçe tutup bana sarışmıştı. Saçlarımı okşamaya başlamıştı.
"Çok güzel olmuş." dedim kısık bir sesle, "Bu yüzden mi ağlıyorsun güzelim benim ya, aklım çıktı bir şeyi yanlış yaptım diye." diyip saçlarımdan kokulu kokulu bir öpücük bıraktı.
"Oturalım mı?" dediğimde kafasını sallayıp benimle birlikte yere oturup beni kendine çekti, "Hazıraan yiyiceklerimize geçiyorum." Kafamı salladım.
"Efendim şimdi, iki tane karımın en sevdiğinden sandiviç, sonracıma şöyle böreklerimiz var."
Pazarcılar gibi anlatmasıyla kahkaha atmaya başladım.
"Bak ablam mis gibi kalp şeklinde kesilmiş meyvem var seversen."
"Ay dur dur tamam aşkım daha fazla gülemicem, çok da açım biz direkt yiyelim."
Sonra bana içli içli baktı bütün ayrıntılarıma diklat ediyormuş gibi.
"Çok dikkatli bakıyorsun."
"Bir şey yok bebeğim, gülüşünü yerim."
...
"Ay çok yedim!" diyip karnımı tutmamla, "Sen mi çok yedin? Kuş kadarsın!"
"Hıı öyledir tabii öyledir." diyip dizlerinin üstüne yattığımda, "Çok uykum geldi benim. Böyle hava da hafif hafif esiyor. Mayıştım valla."
Eğilip yanağımı öptükten sonra saçlarımı okşama başladı.
"Bir varmış bir yokmuş, bir gün Karanlığın prensi Aydınlığın prensesine aşık olmuş. Ama karanlık ve aydınlık kavuşamazmış. Kavuşurlarsa kırallıkları yıkılırmış. Ama karanlığın prensinin aşktan gözğ kör olmuş, gidip aydınlığın prensesini öpü vermiş. Dünyanın en güzel günlerini birlikte yaşamışlar, sonra birden her şey tersine dönmüş. Karanlıklar kralı prensi cezaşandırmış. Prens bir anda ortadan yok olmuş. Senelerce birbirlerini görememişler- Aşkım niye ağlıyorsun?"
Ağlamam gittikçe şiddetleniyordu, birden ona sıkıca sarılmamla affallamış ama beni sıkıca sarmıştı. Buz gibi bir oda da ateşe sarılmak gibiydik biz.
"Bi' tanem ne oldu? Konuşmak ister misin?"
"B-ben küçükken babamda bana masal anlatırdı, uykuya dalamayınca da bağırıp kızardı bana. Sen hiç bana kızmıyorsun ya...Hani geçen saatin kırıldı kızmadın geldin yanağımdan öptün senden değerli değil dedin ya..."
Göz yaşından ıslanmış yanaklarımdan öptü, "Ölürüm senin tek göz yaşına ben, geçti bitti tamam mı? Üzülmek yok çünkü *** hep burda"
"Galiba bir yaram iyileşti." Beni kendine doğru çekip sıkıca sarıldı tekrar "Hepsi iyileşicek meleğim"
"Bana bir daha masal anlatır mısın?"
"Ben sana her zaman masallar okurum."
İyice beyaz örtünün üzerine uzanmış, gökyüzünü izliyorduk.
"Bir şey saha sorucam?"
"Sor sevgilim."
"Hikayenin sonunda kavuşmuşlar mı?"
"Bilmem, ama bence kavuşmuşlardır. Aydınlığın prensesi vazgeçmez değil mi prensinden?"
Gözlerimi ovuşturarak telefonu elime aldım, saat altıyı kırk beş geçiyordu. Ablam büyük ihtimalle uyanıktır diye düşünerek ablamı aradım.
"Abla müsait misin?" sesimin titrediğini yeni fark etmiştim. "Müsaitim ablacım, iyi misin?" Ve daha fazla dayanamayarak ağlamaya başladım, "Ablam, güzelim dur tamam. Geliyorum ben." Telefonu kapatıp yataktan kalktım.
Salona gidip kendimi koltuğun üstüne atıp, her zaman koltuğumda duran battaniyeyi üstüme örttüm. Sevdiğim adamın bana ördüğü o kırmızı battaniye. Kaç dakika geçti bilmiyorum, kapının anahtarla açılmasıyla gözlerimi salon kapısına doğru çevirdim.
Ablam elindeki poşetleri sehpanın üzerine koyup baş ucuma oturdu, "Bir tanem, sen gene rüya mı gördün?" sadece başımı sallamakla yetindim. Çünkü ne konuşacak gücüm vardı ne de ağzımdan çıkan bir kelime, göz yaşlarım gözlerimden akıyordu, suratımda bir mimik yok sadece koltukta uzanıyordum. Ablam ellerini saçlarımda gezdiriyordu. Birden, "İpek sen bunları bir deftere mi yazsan ablacım?"
"Olur." diyebildim sadece, o an gerçekten yazmak istiyor muyum diye düşünmedim bile. Ablam sehpaya bir defter ve kalem bıraktı, ne ara baş ucumdan kalktı hiç farkında değildim. "Sen yazmaya başla, bende bir kahve yapayım." diyerek mutfağa doğru gitti.
Son üç gündür gördüğüm bütün rüyaları yazmaya başladım. Hepsin bitirdiğimde defteri kapatıp derin bir nefes verdim. Mutfağa ablamın yanına geçtiğimde yüzü cama dönük telefonla konuştuğunu fark ettim. "Ya hayatım süt buzdolabında, cezve musluğun üstündeki dolapta, çikolata tozu da buzdolabının üstünde hiç bilmiyormuşsun gibi ne arıyorsun ama, hadi kapat. İpek iyi değil akşama kadar bensiz de hayatta kalabilirsiniz." telefonu kapatıp arkasına döndüğünde beni gördü, "Abla...Sen git en iyisi eve bak ortalık karışmış belli ki."
Yanıma yaklaşıp, "Olur mu öyle şey güzelim benim, Selim'in her zamanki hali." diyerek kahve kupasını bana uzattı. "Sana ne dicem ben, sizin şirket İtalya'ya gidecekti seminer için, ne oldu o iş?"
"Bilmiyorum abla kararsızım."
"Bence git bak hem kafan da dağılır."
Günün geri kalanı o mutfakta, o kahve bardaklarıyla sohbet ederek geçirmiştik.
Ablam iyi ki vardı.
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Yeni bölüm tarihleri, editler, spoiler ve daha fazlası Instagram sayfamda 🤍