Bölüm 19

86 11 2
                                    

Lord, çocuğu almanın bir sakıncası olup olmadığını öğrenmek için kadınlara danışmıştı ama zaten kadınlar kış yaklaşırken besleyecekleri bir boğaz daha azaldığı için rahatlamış durumdalardı. 

Seokjin atına tırmanırken Hoseok ön tarafa oturabilmesi için çocuğu öne geçirdi. 

Seokjin, "Eyeri sıkı tut," diye talimat verdiğinde Minjun küçük elleriyle deriyi kavrayarak ciddiyetle başını sallamıştı. Lord dizginleri tutarken kolları çocuğun iki yanında güvenli bir şekilde duruyordu.

Seokjin, durumdan hâlâ memnun olmadığı belli olan General'e, "Elimden geldiğince çabuk olacağım," diye söz verdi. "Burada beklediğin için teşekkür ederim."

Hoseok, "Geri gelmeyin, çok yorulacaksınız," diye uyardı. "Adamları bekleyip, geldiklerinde burada ki işleri halledeceğim."

"Teşekkür ederim, General. Minnettarım."

++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++

Minjun kaleye giden yol boyunca mutlu bir şekilde gevezelik ederken Seokjin'e kızı, ailesi ve kasabanın nasıl bir yer olduğu hakkında sorular sordu. Kuşlar, ağaçlar ve gün batımı hakkında sorular sordu. Meraklı bir zihni vardı ve Seokjin de elinden geldiğince cevap vermeye çalışıyordu.

Sonunda kapılara ulaştıklarında Seokjin askerlerin kendi aralarında yüksek sesle konuştuklarını duymuştu. Şu an o kadar dağınık görünüyordu ki: uzun saçları darmadağındı, cildi kül içindeydi, ipek cüppesi kirliydi ve yanında tanımadığı bir çocuk vardı - lord onu tanıyamamalarına şaşırmamıştı.

"Benim, Lord Seokjin," diye bağırdı. "Jungkook-ah'ı getirin lütfen."

Mırıltılar daha da artarken birkaç dakika sonra kapılar itilerek açıldı. Çağırılan asker, kafası karışmış bir halde dışarı çıkmıştı ama Seokjin gülümseyip el sallar sallamaz ileri atıldı.

"Hyung!" Genç adamın sesi ata ulaştığında artmıştı. "Nerelerdeydin? Meraktan öldük..."

"Beni özledin mi?" Seokjin çocuğu yere bırakarak alay etti. "Minjun-ah'ı benim için alır mısın..."

Jungkook kaşlarını çatsa da kıkırdayan ve ayaklarını tekmeleyen çocuğu kabul etmişti. Sağlam bir el hemen yanına koştu ve Seokjin çevik bir hareketle attan inmeden önce dizginleri uzattı.

"Teşekkürler," dedi Seokjin, Jungkook'u kıvranan çocuktan kurtarırken. "Buraya gel Minjun-ah ve uslu dur."

"Yakındaki bir köye yaklaşık on adam göndermem gerekiyor," dedi Seokjin, yerleşkeye girdiklerinde. "Haydutlar tarafından saldırıya uğramışlar. Güvenebileceğiniz askerleri seçin ve onlara pirinç ile kadın ve çocuklar için giysi yükleyin."

Jungkook başıyla onayladı ve dikkatlerini çekmek için adamlarına seslendi. Seokjin konumu ayrıntılı olarak açıkladığında askerler gerekli malzemeleri toplarken genç adam, "Ben de onlarla gideyim mi?" diye sordu.

Seokjin başını salladı. "General Hoseok orada, adamları o yönlendirecek. Kaleye kadar bana eşlik eder misin?" Jungkook omuzlarını gevşeterek başını salladı.

"Ne kadar çok at var!" Minjun ellerini çırparak soluk soluğa kaldı. "Hepsi sizin mi Lord Seokjinnie?"Lord bu sevimli lakap karşısında kahkahasını eliyle gizlemeye çalışıyordu.

"Bazıları benim" diye itiraf etti çocuğun elini sıkarak. "Geri kalanı Veliaht Prens'e ait."

"Prens mi?" Minjun gözlerini kocaman açarak tekrarladı. "Onu tanıyor musun?"

DRAGON EYES {NAMJİN}Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin