"Ayla"...

11 2 1
                                    

Eve vardığımdaa kendimi çokk yorgun hissediyordum.Hem bedenen  hem ruhen olan bir yorgunluktu bu.Bugün fakultede olanlar zihnimi çok kurcalamıştı,ve derslerin hiç birini dinleyememiştim.

Bölümümü genel olarak seviyordum.Peyzaj mimarlığı okuyordum,çünkü doğayla iç içe olan herhangi birşey beni mest ediyor beni içine çekiyordu.Bu yüzden dolayı evimin her tarafı çiçekle kaplıdır.

Çocukken her ne kadar evimize çiçekler doldurmak istesemde babam onlardan hoşlanmadığını alerjisinin olduğunu söyleyerek beni pekte nazik olmayan biçiçmde geri çevirmişti,bende o günden sonra bir daha hiç eve çiçek getirmemiştim .

Zihnimdeki herşeyi boşaltmama yaratacak bir kahve demledim kendime ve balkonuma yöneldim usul usul, çiçeklerimi sulamaya.

Hepsini teker teker severek,okşayarak en sevdiğim şarkıları mırıldanarak besledim onları,aynı şefkatli bir annenin yavrularını beslediği gibi gülümseyerek hepsine teker teker.

Belki günün birinde çocuk sahibi olamazdım veya olmak istemezdim veya ve veya doğru kişiyi bulamazdım işte o zaman çiçeklerim benim evlatlarım olurdu.Şimdi birer sırdaşdılar bana bir arkadaş fakat eğer ki bir gün yalnız kalırsam her anlamda işte o zaman yanımda tek kalan çiçeklerim ve çiçeklerimim yavruları olurdu.

Belki beyaz tüylü tatlı bir kedide sahiplenirdim o zamana fena olmazdı bence.

Tüm çiçeklerimi güzelce suladığımda balkon kapısına yürüdüm aheste aheste ve döndüm baktım gülümseyerek.Mutfağa ilerledim ve dolaptan 2 dilim tost ekmeği ve gerekli birkaç malzemeyi çıkardım.Güzel bir tost hazırladım kendime ve demlediğim kahveyi doldurdum en sevdiğim kupama.Oturdum ve yemeye başladım.Gayet güzel olmuştu,anneminkinin yerini tutmazdı ama zaten ne annem kendi yerini tutmuştu bir daha ne de yemekler aynı tadını.

bileğimde kuvvetli bir sızı belirmesiyle acıyla attım elimdeki tostu tabağın içine.Gördüğüm,baktığım,idrak etmeye çalıştığım şey aklımı kaybetmeme yol açabilirdi sızlayan bileğimi tuttum bir simge beliriyordu yavaş yavaş ince ince dokunuyordu usta birinin elinden çıkarmışçasına .Bileğimi bıraktım ve gözlerimi ovaladım acaba onlarda mı sorun var diye ya da deliriyor muyum diye.Bir rüya olamazdı acıyı iliklerime kadae hissetmiştim.Sembol tamamlandığında bileğime baktım ve bu gördüğüm şey yarım  bir güneş ve onun yarısında sarı bir papatyaydı,ve onun altına özenle işlenmiş bir R harfiydi.

Bileğimdeki mühür gerçek miydi ya da ben mi rüya görüyordum bilmiyordum. Son günlerde olan hiçbir şey akıl karı değildi zaten. Ya ben aklımı kaybediyordum ya da bu dünya rayından çıkıyordu.

Umarım ben aklımı kaybediyorumdur.
Sakin kalmaya çalışıyordum ama gel gör ki bu benim için çok zordu, yani dünyada kaç kişinin bileğinde tost yerken bir şey belirirdi ki?

Laptopumun başına geçip bu konu hakkında herhangi bir araştırma var mı diye araştırdım.Ama dünyanın hiçbir yerinde böyle bir olay kayda alınmamıştı, yada alınmıştı ama bir şekilde ortadan kaldırılmıştı.

Laptopu kapatıp başımı kollarımın içine alıp kafamı toparlamaya çalıştım. Bugünlerde kafam ne kadar da çok dağılıyordu öyle. Veya benim başımdan bela eksik olmuyordu.

Balkona doğru yürüdüm papatyalarımın yanına, yere çömeldim tam onların dibine baktım uzun uzun,sanki aradığım şifre ondaymışçasına.

Bileğimin tekrar sızlamasıyla dikkatim dağıldı ve bileğime baktım. Şimdi de bir yazı beliriyordu teker teker,

“Hazırlan çifte varis onlar yanına varmak üzereler.”

Dışarı bakındım nedensizce onlar her kimse uçarak balkonumdan girecekler hissi uyanmıştı içimde. Kalktım oturduğum yerden ve üşüyen kollarımı sardım kendime, bu konuda kendimi korumak veya kurtarmak konusunda hiç bir şey yapmayacaktım, bugüne kadar yapmıştım da ne olmuştu yine en yalnız en yıpranmış olan bendim. Çabalamak bir zamandan sonra insanı yaşayan bir ölüye çeviriyordu.

Her ne olursa olsun okulum vardı ve ona gitmek zorundaydım. Zorda olsa kıpırdadım yerimden ve hazırlandım. Üzerime iki üç parça rastgele birşey seçmiş ve giyinmiştim. Sonuç olarak güzel görünüyordu,benlik bir sıkıntı yoktu. Hoşuna gitmeyen yüzünü memnuniyetle başka tarafa çevirebilir benlik hiç sıkıntı yok.

Kapıdan çıktım ve hiç acelem yokmuşçasına 5 dakika sonra dersim başlamıyormuşçasına aheste aheste indim merdivenden. Zaten anlamsız olan hayat hepten anlamsız gelmeye başlamıştı. Normalde olsa geç kalıcam dye atlı koştururcasına ineceğim bu merdivenden hiç bir zaman hiç bir yere yetişme acelesi olamayan annem gibi iniyordum merdivenlerden.

Hayat akıyorsa aksın ne de olsa gelen dakikalar gidenlerden farksız değildi.

Kafenin önünde durdum en sevdiğim brownieden aldım kendime. İçimi bir huzur kaplamıştı. Aitlik duygusu ilk defa bedenime, ruhuma işlemeye başlamıştı.

Büyük bir keyifle yedim brownieyi hiç daha önce yememiş gibi. Bilmiyorum belki de bileğimde ki şeyden dolayı endişelenmem gerekiyordu ama içimde en ufak korku veya endişe tohumu yoktu.

Kampüse vardığımda rüzgar çıktığı gün ki kızı görmüştüm. Ve o da beni görmüş ve suratındaki büyük gülümsemeyle bana doğru geliyordu.

Hayatımda ki hiç kimse beni gördüğü için bu kadar mutlu olmamıştı ve bundan şüphe duyarak acaba başkasına mı bakıyor diye arakama bakmıştım. Âmâ arkamda kimse yoktu ve o tam şuan bana bakıyordu. Kıvırcık saçlı esmer ve yuvarlak gözlüklere sahip olan güzel bir kızdı.

“Selam ”dedi yüzündeki gülümsemeyi daha da büyülterek bunu nasıl başarmıştı bilmiyordum dudakları az sonra yamulabilirdi.

“Selam” dedim çekingen bir tavırla. Çünkü bu mutluluk bana fazlaydı.

“Dudakların acımıyor mu? Dedim işaret parmağımla dudaklarını göstererek.
“Ne?” dedi hayretle .

Kaşları çatıldı ve ne kadar bakabilirse o kadar bakmaya çalıştı dudaklarına.

“Yani o kadar büyük bir gülümseme onları acıtmıyor mu?” diye sordum açıklayarak.

Büyük bir kahkaha koparmasıyla çevrede ki herkes bize bakmaya başlamıştı.Gülüşünün bulaşıcı etkisiyle bende gülmüştü ve ikimizi de büyük bir gülme tufanı almıştı.

“Ay sevdim seni deli kız” diyerek kollarını omzuma atmıştı ve hayretle kollarına baka kalmıştım.

“Hadi gel bir kahve içelim” dedi

“Benim derse yetişmem gerekiyor” parmağımla binayı gösterdim.

“Aynı bölümdeyiz biz ders çoktan kaçtı bir dersten bir şey olmaz” dedi beni de kendisiyle beraber kafeteryaya sürüklemişti bu arada.

“Geldik madem içelim bakalım”
Kahvelerimizi alıp bir masaya yerleştik.
“Adın ne?” demesiyle başımı ani şekilde kaldırdım.

“Havin”

“Havin... güzel isim memnun oldum bende Ayla “ diyerek elini uzattı.

“Bende  memnun oldum. Seninki de epey güzel isim.”

“Teşekkür ederim e ne yapıyosun görüşmeyeli yine bir yerlerde dona kaldın mı?” diye sordu.

“Hayır,kalmadım bunu her zaman yapmam sana denk geldi.” Dedim gülerek.

“Tabii canım inandım.Neyse ki son gördüğümden sağlıklı ve huzurlu gözüküyorsun.” Dedi gözlerini yüzümde gezdirerek.

“Galiba öyleyim” dedim huzurla. İçime dolan huzurun açıklamasını hiç kimseye yapamazdım çünkü nedenini bende bilmiyordum.

Telefonumun çalmasıyla çantama doğru uzandım ve telefonumu çıkardım.Arayan kişiyi görmemle şaşırmıştım Barış arıyordu.

Telefonu cevapladım ”Efendim Barış, umarım bir sorun yoktur dedim endişeyle.

“Günaydın Havin nasılsın? Endişelenme bir sorun yok şimdilik,iyi misin diye aramıştım.”

“İyiyim sen nasılsın? Sana söyledikten sonra adamlardan hiç ses çıkmadı hallettin galiba?”

“Hallettim sayılır ama için rahat olsun sana bir zararları dokunamaz.Tek dertleri babanmış.”

“Anladım çok sağ ol Barış, sende olmasan...”

“Tamam şimdi düşünme  bunları. Neredesin almaya geleyim mi kahve içeriz.”

“Aslında şuan okuldayım Barış ve kahveyi de arkadaşımla içtim ama bir dahakine sözüm olsun olur mu?”

“Peki bakalım öyle olsun. Arkadaşınla iyi sohbetler dileyeyim o zaman sana.”

“Teşekkür ederim, görüşmek üzere. Dikkatli ol iyi bak kendine.”

“Emir anlaşıldı küçük hanım sizde dikkatli olun.”

“Sağ ol asker telefonu kapatabilirsin.”

“Emir anlaşıldı komutanım” deyip telefonu kapatmıştı. Gülümseyerek telefonu masanın üstüne bırakmıştım.

“Kusura bakma sana ayıp oldu biraz.”

“Olur mu öyle şey, arkadaşlar arasında bunların lafı olmaz.” Demesiyle bir gülümseme almıştı yüzümü.


Bir arkadaş ve benim arkadaşım.

Orada onunla saatlerce oturmuş gülüşmüş ve ondan hikayeler dinlemiştim. İlk defa mutlu olduğumu hissettiğim bir günün ardından benimle beraber evime kadar yürüyordu şimdi. Ve hayır hala konuşacak konusu bitmemişti.

Ağzı iyi laf yapıyordu evimin önüne geldiğimizde vedalaşmış ve telefon numaralarımızı ve instagramlarımızı almıştık.

Eve girmek için anahtarı çevirmiş ve kapıyı açmıştım.

Yüzüme bir rüzgar dalgası vurmasıyla donakalmıştım çünkü çıkarken her yeri kapattığımdan emindim çünkü burası1.kattı ve hırsızlık için oldukça elverişliydi.
Çantamda duran ne olur ne olmaz diye yanımda taşıdığım İsviçre çakısını elime almıştım ve cesur adımlarla içeriye girmiştim.

Oturma odasının ortasında ki uzun ve geniş bir vadiye açılan portal tarzındaki şeyle olduğum yerde kalmıştım. Ve bileğimin sızısıyla hemen bileğime bakmıştım.





“Gitme vaktin geldi çifte varis.”...


Haziran EsintisiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin