Bölüm 7

39 10 5
                                    


7 Kasım 1924

Bugün İstanbul'dan ayrılalı tam 3 gün oldu. Kaptan Nazım Bey, Murat ve bana ancak filmlerde görebileceğimiz beyaz denizci üniformalarını ilk verdiğinde bunları bu kadar sevebileceğimi hiç düşünmemiştim. Ama bu gemide güverteyi silmek ve diğer yolcularla ki hemen hepsi milli maç için Moskova'ya giden futbolcular ve onların ekibinden oluşuyor, yolculuk yapmak sandığımdan da zevkli geçiyor.

Hikâyemizi gemideki herkes biliyor artık. Zaman yolcusu olduğumuz gerçek hikâyeyi değil tabii ki. Savaşta esir düşen babamızı aramaya gittiğimiz Niko'nun uydurduğu hikâyeyi. Bu yüzden bize ayrı bir sempati de beslediklerini hissediyoruz. Murat da bu yüzden vicdan azabı çekiyor ama elden gelen bir şey yok. Moskova'ya olabilecek en güvenli ancak böyle gidebilirdik. Moskova demişken fırsat buldukça Murat'a Rusça çalıştırıyorum. Böyle giderse yakında konuşulanları anlayacak seviyeye gelecek.

Kuzeye doğru aştığımız her kilometrede hava en az 10 derece daha soğuyor gibi hissediyorum. Termometre bir ara -5 dereceyi de gösterdi ama bence gerçek değer -30 olmalı. Gece bazen güverteye çıkıp yıldızları izlemek bu soğuğa rağmen harika bir his. Denizlerin bu kadar büyük, gecelerin bu kadar aydınlık ve yıldızların bu kadar çok olduğunu keşke daha önceden de bilseydim. Uzayın sonsuzluğu ve o anlatmanın imkânsız olduğu gece mavisi o kadar büyüleyici ki tüm evrende siyahın ancak gözlerimizi yumduğumuz zaman mümkün olduğunu düşünüyorum şimdi. "Karanlık" sahiden de sadece bir yanılsama. Tüm evren ışıl ışıl parlıyor.

Yıldızlara bakıp onların yakınlarında hayat olup olmadığını hep merak ederdim. Ama şimdi... Yani Karadeniz'in ortasından gökyüzüne bakınca ve sayısız yıldızın tepemize serpilmiş sim taneleri gibi parladığını görünce artık eminim. Eminim oralarda bir yerlerde de bizim güneşimize bakıp hayal kuran birileri vardır. Ve belki de bizim gibi başka zaman yolcuları da...

Ve unutmadan... Moskova bu denizden çok ama çok daha fazla kuzeyde. Yani çok ama çok daha soğuk olacak. Gerçi Kaptan bizim için birkaç elbise, kaban ve içlik hazırladı. Moskova'nın soğuklarını başka türlü aşamazdık zaten. Oraya gittiğimizde Bogdanov'u bulmak çok zor olmayacak diye umuyo..."

***

"Günlük tutmaya mı başladın?"

Murat, Mehmet'in sol omzunun üstünden masanın üzerinde duran kâğıda bakıyordu. Burnu soğuktan kızarmış, gözleri ise merak ile açılmıştı.

"Tam olarak değil!" dedi Mehmet. "Tek seferlik bir şey. Issızlığın ortasında olunca insan içini bir kâğıda dökmek istiyor sanırım."

"Anlıyorum!" diye cevap verdi Murat. "Ama kimsenin bu yazılar okumayacağına emin ol!" Eldivenlerini çıkarırken odadaki gaz lambalarından birini söndürdü sonra. Şimdi tek cılız bir ışık aydınlatıyordu küçük kamarayı. Yatağının üstündeki battaniyeyi açarken ise "Neyse..." diye iç geçirdi. "Kaptan yarın öğleden önce Odessa Limanında olacağımızı söyledi. Oradan da trene direkt geçebilecekmişiz. Sanırım 3-4 gün sonra da Moskova'ya varmış oluruz. Yeniden toprağa ayak basacak olmak güzel olacak."

Birkaç dakika sonra uyku öylesine büyülü bir melodiymiş gibi etkisine aldı ki onları, dışarıda gemiyi döven nazik dalgalar, geminin kaloriferleri ile zar zor ısınan odanın sunduğu güven ve yorgunluk öyle güzel birleşti ki nasıl uyuduklarını anlamadılar bile.

Aradan 6 saat geçmişti ki güneş kamaranın camlarından içeriye vurmaya başladı. Söken şafağın o kızıl ışığı altında gözlerini ovuşturarak uyandı Murat. Günlerdir o camdan gördüğü deniz manzarasına o kadar alışmıştı ki bu sefer bir şehrin silueti onu karşıladığında bir an rüya gördüğünü sandı.

"Odessa... Odessa limanı... Sonunda geldik!" diye haykırdı coşkuyla. Mehmet de hızla gözlerini açmış ve o kızıl günün bir şehrin üstüne doğduğunu görünce tıpkı Murat gibi neşe ve heyecanla doğrulmuştu yerinden.

Çok zaman kaybetmeden sevinçle kaptanın onlar için hazırladığı giysileri giymeye başladılar.

Mehmet, Murat'tan farklı olarak denizi ve hatta denizciliği sevmiş olsa da yeniden toprağa ayak basacak olmak onun da içini kıpır kıpır etmeye yetiyordu.

İkisi de bin bir telaşla önce güverteye sonra da futbolcuların arkasında Odessa limanına attılar kendilerini. Şehir tam da bir liman kentinden beklendiği gibiydi. Neredeyse Galata rıhtımının birebir aynıydı hatta. Yine de İstanbul'dan farklı olarak bazı sokakların ve şehrin uzaklarından görünen dağların karla kaplı olduğunu en dikkatsiz gözler bile seçebilirdi. Kış buraya çoktan gelmişti.

Onlar ve tüm tayfa gemiyi terk ettikten yaklaşık yarım saat sonra gemide kalan son kişi olan Kaptan Nazım güverteden alt kata indi usul usul. Mutfak kısmını ve kileri geçti. Futbolcuların kamaralarını da hiç duraksamadan geçti ve Murat ile Mehmet'in kamarasının önünde durdu. Deneyimli bir kaptandı Nazım. Bu iki gençte normal olmayan bir şeyler olduğunu hissedecek kadar deneyimli. Kapının koluna elini götürdüğünde yine de sağı solu kontrol etti refleks olarak ve dikkatlice açtı kapıyı.

Göze çarpan bir şey yoktu aslında. Elbiselerini giyerken odayı iyice dağıtmışlar ve tam da acemi denizcilerden beklenildiği gibi gaz lambalarını en olmayacak yerlere koymuşlardı. Tam zihnindeki kuşkulardan sıyrılıp kamarayı terk edecekti ki bir şey dikkatini çekti.

Üzerine bir şeyler karalanmış bir kâğıt unutulmuş bir halde öylece masanın üstünde bekliyordu. Eline aldı kâğıdı ve göz gezdirdi hızlıca. Okuması için gözlüklerine ihtiyacı vardı. Kağıdı cebine atıp güverteye doğru çıkmaya başladı.

Deneyimli bir kaptandı ama bir şeyi atlamıştı Nazım Bey.

Her gemide mutlaka birkaç kaçak fare olurdu.

Ne garip! Gemide tek olduğunu sanıyordu.

Değildi.

Son PozHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin