Günlerden pazar günlerden AKÇA! Keyifle okumayı, yıldızımızı parlatmayı ve bol yorum bırakmayı ihmal etmeyelim. ^^
Mert Demir - Ateşe Düştüm
8.BÖLÜM: "KANLI YÜZÜKLER"
Gözlerimi kapatıp hayaller kurmaya başladığımda ikinci saniyeye gelmeden bir elektrik kesintisi gibi zihnim fire veriyordu. Hayal kurmak da zararlı bir şey değildi ama artık ruhuma iyiliği dokunan hiçbir şey yoktu. Kendimi bazen kanserli bir hücre gibi hissediyordum ve dokunduğum, içinde bulunduğum her ne varsa orayı hasta etmeden, onu öldürmeden bırakmıyordum.
Son ana kadar bunun aksini savunmuştum oysa ama değildi, ben kanserli bir hücreydim ve artık hiçbir şey bana iyi gelmediği gibi insanlara da iyi gelemezdim.
Bir anda ortalık yangın yerine döndüğünde kendimi merkezde bulmam, ayaklarıma doğru bir yol çizen kan haritasıyla tanışmam dondurucu bir soğukta kalmışım gibi hissettirdi. Kalender Bey'in bakışlarını rafa kaldırırken Ali'nin sesini bir kez daha duydum. ''Burayı boşaltın!''
Sağır edici bir gürültünün içinde herkes o kadar sessizdi ki aslında, bir el ateş Tuğçe'nin babasına değil hepimize sıkılmıştı.
Kalender Bey çabucak toparlanarak çevresindeki adamlara emirler yağdırırken Yavuz'u gördüm. Armağan'ı saklamaya devam ediyor ve saçlarından öpüyordu. O kadar aceleci ve korumacıydı ki etten duvar örmüştü kız kardeşine.
Tuğçe, güzelim elbisesine bulaşmış kanlarla babasının başında ağlarken annesi Saniye Hanım koştu ve fenalaşmaya başladı. Elim ayağıma dolandığında Ali kolunu gövdeme doğru uzattı ve gözlerime bakarak, ''Geride kal,'' diye fısıldadı. ''Bu işin içinde olma.''
Kaşlarımı çattığımda Ali'nin ne demek istediğini anlamıştım. Annem yanıma gelerek beni kendine çekmeye çalıştı ama herkes o kadar ses yapıyordu ki onu duyamıyordum bile zira insanlar ölüm sessizliğinden uyanmış, can telaşına girmişti.
''Gidiyoruz,'' dedi annem aceleyle. ''Ne oluyor böyle?!''
''Anne,'' diye bakındım etrafıma sersem gibi. İnsanlar kontrolsüzce mekanı boşaltmaya başladıklarında gözlerim yeniden Yavuz'u buldu. Yavuz ise Armağan'a bakacak birini arıyordu fakat bulamıyordu. Çaresizce gözleri ailesinden birini aradığında anneme döndüm ve ısrarcı bir şekilde ellerine dokundum. ''Babamları bul ve onlarla git, ben de geleceğim.''
''Akça sen nereye?!'' diye sorduğunda çoktan ona arkamı dönüp gitmiştim bile.
Az sonra kendimi Yavuz ve Armağan'ın yanında buldum. Yavuz derin bir nefes alıp yutkunduğunda, ''Armağan'la kalır mısın?'' diye sordu. ''Arka odaya geçin hemen, orası güvenli.''
Bir şey söylemeden kafamı salladım çünkü şu an tek düşündüğüm kişi hiçbir şey görmeyen ama herkesten daha çok şey hisseden Armağan'ın sağlığıydı.
''Kısa sürede geleceğim,'' diye konuştu Yavuz koyu yeşil gözleriyle güven vererek.
Bir şey söylemediğimde Yavuz uzaklaşarak Tuğçe'lerin yanına gitti ve ben de Armağan'ın elinden tuttuğum gibi Yavuz'un belirttiği arka odaya götürdüm onu. Kalbinin çok hızlı attığını biliyordum ama bunu belli etmemeye çalışıyordu. Kapıyı kapatıp onu sakince koltuğa oturttuğumda, ''Lütfen burada kal Akça,'' dedi. Sesi titriyordu. ''Ben biraz korkuyorum.''
''Hayır güzelim hayır,'' diye sarıldım çabucak ellerine ve onu kendime çektim. ''Korkma ben buradayım, seninleyim.''
Armağan'ın zarif ve yumuşak elleri kolumu sardığında bana düşmekten korkarcasına bir şekilde tutunmaya devam etti. Gözlerimi kapatıp açtım ve derin bir nefes aldım. Endişemi Armağan'a yansıtmamaya çalışıyordum çünkü aksi halde ona sadece zarar vermiş olurdum.