1.Kurşun: Derviş

83 18 34
                                    

"Bütün yüreğimle o anı yaşıyordum, geçmişte kalan bazı hatıralar ruhuma hücum edince gözlerim doldu."

Genç Werther'in Acıları – Goethe

(Yazardan...)

(İstanbul/Beşiktaş, 1998)

Bir dervişe sormuşlar...

Zıtlık nedir diye... Derviş sesli ve derin bir nefes vermiş. Yan yana kelimesinin ayrı yazılıp apayrının bitişik yazılması diye cevap vermiş bu derviş. Ve bu dervişin öyle güzel bir yaşamı varmış ki... anlam doluymuş.

Bazı hayatlar her ne kadar üzgün sonla bitse de fark edemeyeceğiniz kadar anlam taşıyabilirdi ve bu dervişin hayatı da onun gibi bir şeydi...

Hayatta ne zaman ne olacağı belli olmazdı. Hayat bazen bazılarımızı çok severdi ve hava bile aynı duyguları yaşayabilirdi bizimle. Sevmekten çok belki de o kadar üzüntünün ardından acıyor da olabilirdi bilmiyorum. Bu konuda ikilemdeyim açıkçası. Bazen hiç sevmezdi, acımazdı bu yüzden biz de derinliklerimizdeki üzgünlüğümüze karşın karanlık bir fırtına yaratırdık içimizde.

Bitmek bilmeyen, dinmeyen bir fırtına, bizi yok edebilecek bir kaos...

Geçmişe gider gelirdik bu üzüntülerle. Gittiğimiz geçmiş ise derin kesikler açardı kalbimizde. Ve kalbimizden gürül gürül görünmeyen kanlar akarken sadece su damlaları üzerine düştüğünde belli ederdi kendini. Çünkü o kanlar geçmişle boyanmıştı. Geçmişle çizilmiş ve geçmişle bestelenmiş, geçmişle hayat bulmuş ve geçmişle yaşamına son vermişti...

Kan geçmişti...

Su ise gelecekti benim için,

Geçmişi tek bir ek ile silip hayatına son verirken kendine yaşam kazandırandı...

Hava yağmurlu ve kasvetliydi. Gök gürleyip duruyordu. Koca malikanenin dışarısında ayrı içerisinde ayrı fırtınalar kopuyordu bugün. Koridorun ışıkları her zaman açık olurken şimdi kapalıydı.

Tıpkı Kandelen ailesinin birbirlerine karşı yaktıkları sevgi ışıkları gibi...

Gök gürlediğinde koridorun başındaki büyük pencereden mavimsi, karanlık bir ışık sarardı ortalığı. Mavi özgürlüktü ama özgürlük hiçbir zaman olmamıştı. O mavimsi karanlık ışıkta ne duygulardı ne de gerçekti. Yere düşen yıldırımların gökyüzüne bıraktığı, bazılarının korkudan tir tir titrediği o ışıktı.

Yıldırımın ritmi belliydi. Üç sessiz... bir sesli... üç sessiz... bir sesli...

Ve defalarca gerçekleşen bu ritim sürekli tekerrür eder hayatımızda olup bitenler gibiydi...

Ev ıssızdı, ev karanlıktı ve ev bağırtılarla doluydu. Üzüntülerle, hüzünlerle aydınlatıyorlardı birbirlerini.

Mutluluğa dair bir ışık dahi yoktu...

Bu iyi bir aydınlatma yöntemi değildi. Masumların da zarar görebileceği türdendi. Sadece salonun ve çocukların bulunduğu odanın yapay ışığı evi devamlı aydınlatıyordu.

Kandelen ailesinin malikanesinde dışarıdaki fırtınayla karışmış olan seslere karşılık merdivenlerin başına geçti yaklaşık dokuz-on yaşlarındaki bir erkek çocuğu.

İkizi Gökhan odalarında ağlayan kardeşlerini susturup uyutmaya çalışırken o, evin içinde olan bu gürültülü fırtınanın sebebini öğrenmeye çalışıyordu. Lakin öğrenmeye çalıştığı gürültünün kan ve su ile harmanlanmış toprak olduğunu bilmiyordu.

Geçmişin SilahıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin