Parlak sabah ışığı, dağın yarım mil ötesinde yükselen çiftlik evinin panjurları arasından süzülüyordu. Bahçedeki Jisung, tavukları ve ördekleri yemlerini gagalıyorken topladığı bir sepet dolusu yumurtayla verandaya dönmüştü. Hyunjin taş evde henüz uyanmış, açtığı pencerenin kıyısında geriniyor ve yeni gün ikisi için tıpkı toprağa düşen cemre kadar sıcacık bir hisle başlıyordu.
Fakat bu çiftlikte üçüncü birisi daha vardı. Minho, bir önceki gece taş eve dönmek yerine uyuyup kaldığı salon kanepesinde, sırtında ağrılar ve kucağında onu muhteşem bir ilgiyle seyreden, tüyleri pamuk şekerleri andıran bembeyaz bir tavukla uyandı.
Bahçede Jisung, ördeklerine bu huzurlu ve sakin yeni günle ilgili planlarını anlatmaktayken Minho'nun tatlı sabahlarını bulandıran tiz çığlığıyla kesiliverdi her şey. İrkilerek sıçradı çilli oğlan, etrafında dolanan paytak bacaklı hayvanları da onun aniden hareketlenişiyle dört bir yana kaçtı ve çok geçmeden, kapıdan çığlık çığlığa uçup bacağı altına sığınan tavuğunun peşinden belirdi Minho.
"Jisung! Bu salak şey evin içindeydi!" diye çığırdı. Dağınık kızıl saçları gözleri üzerine örtünmüş ve iri göğsü şiddetli nefesleriyle inip kalkıyorken parmağının ucuyla beyaz tavuğu işaret etmişti.
"Prenses Boo?" dedi Jisung, usulca eğilip hâlâ acı acı gıdaklayan hayvanın başını okşadı. Prensesinin ince boynuna geçirilmiş ve boncuklardan dizilmiş küçük kolyesini düzeltti, sonra usulca eğilip bahçe kapısının kenarında dikilen Minho'nun işitemediği bir şeyler mırıldandı ve nihayet keskin bakışlarını büyük olana çevirdiğinde, tatlı kaşları çatılıydı.
"Bazen kapı açık olduğunda eve girebiliyor tavuklarım. Ve zaten Prenses Boo'yu evde büyüttüm, alışkın yani. Hem kedi gibidir kızım, neyinden korktun?"
"Neyinden mi korktum?! Kucağımdaydı, bön bön suratıma bakıyordu. Üstelik, hiç hijyenik bir şey değil bu." dedi Minho, kollarını göğsünde kavuşturup bir iki adımda verandaya çıktı.
"Madem bu küçük, tatlı varlık seni bu kadar rahatsız ediyor; öyleyse bir daha salonumda uyuma ve tavuklarıma da karışma."
Jisung beyaz tüylerini okşadığı tavuğunu kucağına alarak ayaklandı. Hayvanı kümesin olduğu tarafa doğru bırakmış ve onun diğerlerinin yanına koşturmasını seyrediyorken, ufacık bir tebessümle ellerini çırpmıştı.
"Daha küçük bir civcivken minik bacağını incitmişti, iyileşene kadar kucağımda taşıyıp ellerimle besledim onu. Şimdi kocaman oldu, koşuyor." diye, sanki kendi kendine konuşur gibi mırıldandı. Minho, uykulu gözlerini devirerek iç geçirdi. "Aman ne tatlı." diye homurdandı. Dağılmış saçlarını çekiştirerek gözleri ucundan itekledi ve Jisung'un yanına adımladı.
"Fakat benim senin iki bacaklı yavrularından Salmonella kapmak gibi bir niyetim yok, o yüzden kümesinde tut hayvanlarını."
Jisung'un küçük tebessümü ince ince eridi, suratı Minho'nun alışkını olduğu soğuk ifadesine büründü ve dudakları öfkeyle buruştu. "Çiftliğimde ne yapacağımı sana sormayacağım." dedi, Minho ukala sırıtmasıyla eğilmiş ve daha yakınına ilişmişti.
"Öyle bir soracaksın ki." diye fısıldadı.
Jisung cam gözlerini kaldırarak kırpış kırpış baktı kahve harelere. Minho'nun ansızın suratına yükselen parmakları bal sarısı tutamlarına uzanmışken nefeslerini tutarak bekledi, bir cevap vermekten yoksun ağzı yarım yamalak geveledi.
"N-ne yapıyorsun?" dedi, saçlarını okşayan soğuk parmak uçlarını sanki ılık teninde sımsıkı hissetmiş gibi titredi.
"Ot kalmış, saçında."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
honeybee boy | minsung
FanficKahrolası Lee Minho, bir elinde imzalatması gereken o aptal belge ve öbüründe yıllanmış şarabıyla çıkageldiğinde, Jisung'un tek hengamesi kovanın yolunu bulamayan arılarından ibaret hayatı baştan uca değişmişti.