Minho çiftlikteki ikinci gününde, korkunç bir baş ağrısı ve kafatasına çiviler çakan telefonun gürültüsüyle uyandı. Sızlayan gözleri etrafında, pencereden sızan ve suratına çöken gün ışığının renklerle boyadığı dünyada gezindi.
Başucundaki telefonu hâlâ inatla ve çığlık çığlığa ağlayan huysuz bir bebekten farksız bir biçimde ötüyorken, pencerenin ardında uçuşan kelebekleri seyrediyordu.
Yeşil, daha çok yeşil ve göğün mavisini giyinmiş sabahta, tertemiz manzarasının ucunda dolanan Jisung'un ince bedenine takıldı gözleri. Küçük olan ahşap çitlerle çevrelenmiş tarlasından marullarını toplamaktaydı. Üzerinde kahve, bol bir tulum ve sarı kafasına bol gelen kocaman hasır şapkası vardı.
Minho ısrarlı çalışlarının sonu bir türlü gelmeyen telefona uzandı. Kimin aradığına bakmadan yeşili tuşlamış ve usulca doğrularak ardına yaslanmıştı.
"Günaydın Minho-shi, umarım rahatsız etmiyorumdur." dedi, tatlı uykusunu bölen tatlı Seungmin. Oğlanın her zamankinden de resmi dökülen sesi ağır ağır ilişti zihninin ıssızlığına ve Minho, ancak şimdi ayılmış gibi titreyerek terk etti yatağı. Kuru ağzı çabucak bir cevap için kıvrandı.
"Oh, G-günaydın Seungmin-ah! Hayır, rahatsız etmiyorsun. Ben de tam kahvaltı edecektim." deyişiyle dikildi camın kenarına. Çıplak ayakları öylece ileri ve geri savruldu. Jisung'un ona biraz küçük gelen pijamaları içinde, henüz pek alışkın olmadığı bu evde dolanarak küçük banyosuna doğru adımladı.
"Öyle mi? Seul'a döndünüz mü diye merak etmiştim ben de, dün de haberleşemedik."
Minho suratını yıkıyorken küçüğün hoparlörün cızırtılarına karışan kelimelerini dinledi. "Ah, sana bahsettiğim durumu henüz halledemedik. Bir süre burada kalacak gibiyiz." deyişiyle, çenesinden damla damla akan suyu tişörtünün eteklerine silerek salona döndü.
"Ne kadar bir süre?" dedi Seungmin, her daim sütlü kremayı andıran sesine bir damla acı kahve karışmıştı. Bu haberden pek hoşnut olmadığı aşikardı fakat yine de, Minho'ya hesap sormak veyahut aralarındaki bu adı konmamış şeyin belirsiz sınırını aşmaktan kaçınarak sustu.
Minho, salonun giriş tarafında kalan penceresinin kızağını kaydırıp pervaza oturdu. Tatlı bahar meltemi nemli suratını ince ince sardı. Jisung'un gündelik işleri halletmekle meşgul telaşlı bedeni hâlâ orada, tarlanın öbür ucunda süzülüyordu.
"Şimdilik kesin bir şey söyleyemiyorum. Maalesef halletmem gereken küçük bir pürüz çıktı, ne kadar süreceğini ben de kestiremiyorum." dedi, bahsettiği küçük pürüz topladığı marullarla dolu kasayı kucaklamış ve çiftlik evine çıkan bahçe tarafına geçmişti.
"Konser buluşmamızı yakın zamanda telafi edemeyecek gibiyiz yani."
Jisung'un çamura bulanmış lastik çizmeleri toprakta saklı köklere takıldı ve ufacık tökezledi. Seungmin'in sesi onun bezgin çığlığı altında ezilerek kayboldu ve Minho, çitlere tutunarak düşmekten kurtulsa da marul kasası yeri boylamış çiftçi oğlanı keyifle seyrediyorken, küçük olanın telefonun ardında kalan varlığını büsbütün unutmuştu.
Jisung hasır şapkasını hırsla çıkartıp yere fırlattı. Ardından dört bir yana saçılmış marullarını toplamaya koyulmuştu. Sırtı Minho'ya dönük, her eğilişiyle bol tulumu içinde daha da belirginleşen küçük kıçı havada öylece asılı ve suratı büyük olanın ilgili bakışlarından epey ıraktı.
Fakat Minho, onun huysuzca dudaklarını büzüp saçma sapan homurdandığını hayal edebiliyordu.
Seungmin, daha da keyifsiz bir biçimde ona seslendi. "Hat mı kesildi acaba? Minho-shi?" diye, neredeyse homurdanarak sordu. Minho nihayet bir telefon görüşmesi yaptığını hatırlayarak ağzında yayılan sırıtışını sildi ve kuru öksürüğüyle kıpırdandı yerinde.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
honeybee boy | minsung
Fiksi PenggemarKahrolası Lee Minho, bir elinde imzalatması gereken o aptal belge ve öbüründe yıllanmış şarabıyla çıkageldiğinde, Jisung'un tek hengamesi kovanın yolunu bulamayan arılarından ibaret hayatı baştan uca değişmişti.