on; deli deliyi görünce

915 97 271
                                    

Sabahın erken saatleri, köy meydanı esen rüzgarların çatıları tıngırdattığı bir sessizliğe teslim ve köy halkı güne başlamaktan ibaret rutinler için yavaş yavaş canlanıyorken, muhtarlığın avlusunda toplanmış bir avuç kalabalık yaklaşan çamaşır yıkama saati için son hazırlıkları tamamlamakla meşguldü.

Jisung, köye gelirken giyindiği kıyafetlerini kolsuz beyaz tişörtü ve tişörtün bol etekleri altında neredeyse kaybolacak kadar kısa şortuyla değiştirerek işe koyulmuştu. Ara sıra kafası bir hayli karışmış sorularla yanında beliren Hyunjin'e neyi nasıl yapacağını anlatıyor ve bazen de onları bahçedeki koca çınar ağacı altındaki bankta sırıtarak seyreden Minho'yu azarlayarak, oradan oraya koşturuyordu.

"Bal Kovanı Köyü'nün muhtarı konuşuyor. Bugün kışlık ağır çamaşırlarını yıkatmak isteyen yaşlılarımız ve ihtiyaç sahibi herkesin sabah on ve akşam dört saatleri arasında muhtarlık avlusuna gelerek isim yazdırması gerekmektedir! Tekrar ediyorum..."

Köy meydanında yankılanan hoparlör o sabah bilmem kaçıncı kez aynı duyuruyla cızırdayarak kulakları sızlatıyor ve vakit ilerledikçe avluda biriken kalabalık artıyor, haliyle ortalık iyiden iyiye bir kargaşaya sürükleniyordu. Fakat bütün bunlara rağmen, etrafta bir şenlik sabahı neşesi hakimdi. Hava sıcak olmasına rağmen hafifti, insanın içini gıdıklayan ılık yaz meltemleri zamansızca esip etekleri uçuşturuyor ve saçları karıştırıyor, aşığını öteden seyreden nazlı kızların kokusunu postacı bir güvercin gibi alıp sevgilisinin göğsüne taşıyordu.

Minho, tenini kavuran ve kızıl saçlarını uçuşturan esintide bulduğu bir tutam taze papatyayı derin derin soluyarak, oturduğu gölge altı banka sırtını yasladı. Yanına yaşlı bir teyze yerleştiğinden, az öncesine dek yaydığı bacaklarını toparlayarak güneş gözlüklerini alnına kaldırmış ve onunla konuşma çabası içinde çırpınan kadına dönmüştü.

"Sen kimlerdensin?" dedi yaşlı kadın. Beyaz, kıvrım kıvrım saçları üzerine çiçek desenli bir örtü bağlamış ve tombul suratının yarısını kaplayan güneş gözlüklerini çıkartmadan Minho'ya dönmüştü. Minho siyah camın ardındaki yaşlı gözleri göremiyor olsa da, kadının her bir zerresini inceleyen bakışlarının tenini delip ruhuna eriştiğini hissedebiliyordu.

"Ben buralardan değilim moruk, tanımazsın." diye homurdandı, ardından köyün küçük çocuklarının dağıttığı ve bir hayli zamandır bankın kenarında beklettiğinden ötürü ılımış kutu meyve suyundan bir yudum aldı. Üzümün yavanlaşmış tadına karşın suratını ekşiterek önüne, Jisung'u kusursuz bir açıdan kesebildiği avlu girişine dönmüştü.

"Tch tch, terbiyesiz. Moruk senin babandır."

Kendi kendine homurdandı teyze, ardından kucağında taşıdığı kocaman çantasından örgüsünü çıkartmış ve ağzının içinde dolanan mırıldanmalar eşliğinde, bu sıcak yaz gününün en kudurmuş vaktinde ördüğü yün atkısının ilmiklerine dönmüştü.

Minho kadının yavaşlığını görünce, muhtemelen atkıyı örmeye geçen sonbahar başlamış olabileceğini düşünerek, yorum yapmamaya karar verdi. Zaten bütün algıları beyaz köpüklerle doldurduğu çamaşır leğenini çıplak ayaklarıyla ezen Jisung'un ince bacaklarında toplanmışken, onun dışında kalan her şey kafatası içinde iki saniyeden fazla yer edinemiyordu.

Muhtemelen yanı başına bir göktaşı düşse, o yine Jisung'u seyrediyor olurdu. Jisung'u ve güneşin bütün parıltısını tenine toplamış gibi ışıldayan buğday kavruğu bacaklarını, baldırlarından ağır ağır süzülen köpükleri ve etrafına gülücükler saçan tombul suratını...

"Ben seni bildim, Kang'ların sapık oğlusun sen." dedi kadın, bu sefer Minho'ya dönüp bakmadan ve elindeki örgü şişleriyle düğümler atıyorken kıs kıs gülerek sallandı yerinde. Minho ise sinirle ve burnundan soluyarak döndü yaşlı teyzeye. "Babaanne, bu kokuşmuş köyden değilim diyorum." Bıkkın bir nefesle ayaklandı, ardından iki yudumdan fazlasını içemediği meyve suyu kutusunu avucunda bükerek etrafında bir çöp kovası aradı.

honeybee boy | minsungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin