"Seul'un kokusunu alınca buraya geri dönmezsin sanmıştım."
O gün, Minho her zamanki sabah koşusunu çiftliğin mutfağında bitirmiş ve onu geceden kalma olduğunu haykıran korkunç bir suratla karşılayan kuzeninin yanına yerleşmişken, etrafında dolanan hınzır gözleri çilekli limonatayla doldurduğu bardakları masaya taşıyan Jisung'u bulmuştu.
"Ne yalan söyleyeyim, ben de başta evime dönünce dünya varmış dedim ama ikinci günden özledim burayı." dedi Hyunjin, küçük olanın önüne bıraktığı soğuk içecekten minik bir yudum alıp ardına yaslanarak, Minho'nun şüpheci bakışlarına karşın tatlı tatlı gülümsedi.
"Burayı mı, yoksa Chan yarmasını mı?" diye homurdandı Minho, aptal gibi sırıtmayı ihmal etmemişti. Jisung masanın etrafından dolanıp ikilinin karşısına yerleşmişken, Hyunjin oturduğu yerden uzanıp onun küçük suratını avuçladı.
"Sadece Chan hyungu değil, çilliyi de özledim ki."
Küçüğün tombul yanaklarını kaplamaya yetecek kadar uzun parmakları etini sıkıyor ve çekiştiriyorken, Hyunjin bu çilli yanakların pamuk gibi olduğuyla alakalı saçma sapan ciyaklıyordu.
"Yah! Hyunjin-ah, acıyor!"
Onu bileklerinden kavrayarak itekledi Jisung, hassas teni çabucak kızarmıştı ve artık canı yanıyordu. Hyunjin çiftliğe döneli birkaç saat olmuştu ve şimdiden böyle yerli yersiz sevgi patlamalarıyla usandırmıştı Jisung'u. O sabah üç kez sarılmıştı ve bu yanaklarını ikinci sıkışıydı, sadece birkaç gündür görüşmediği biri için fazla yılışıktı.
"Tamam, özür özür!" Hyunjin ellerini af diler gibi göğsünde kavuşturarak eğdi başını. Minho aptal kuzeninin yerine duyduğu utançla gözlerini devirip pembe limonatasından bir yudum aldı ve küçüğünün kolunu dürttü. Hyunjin'in parlak gözlerini nihayet suratına çekebildiğinde, "İstediğim eşyaları getirdin mi?" diye huysuzca sordu.
"Hmm, sizin kahya hazır etmiş hepsini. Bir de cici annen sen seviyorsun diye Makgeolli yolladı. Bir akşam hep birlikte içelim bunu."
"Cici anne falan deme şu kadına, nerdeyse aynı yaştayız."
Minho'nun huysuz homurdanışlarının sonu bir türlü gelmezken, Jisung şaşkın gözlerini iri iri açarak baktı suratına. "Üvey annenle mi?" diye, ağzını bürüyen patavatsız merakını bir çırpıda dökmüştü.
"Evet, kendisi daha otuzuna bile basmamış bir para avcısı."
"Arkasından böyle konuşuyorsun ama kaç yıldır bir yanlışını görmedim. Gayet tatlı bir kadın, seni de gerçekten oğlu gibi seviyor." dedi Hyunjin, Minho ise sadece sessiz kalarak limonatasını yudumladı. Muhtemelen yanlarında Jisung olmasa bu konuşmayı daha kirli bir ağızla devam ettirirdi.
"Üf, sen zaten bir kere benimle aynı tarafta olsan geberirsin."
Minho dudaklarını birbirine bastırarak elindeki içeceğe döndü. Bardağı sallayarak iki yudum kalmış pembe sıvıyı çalkaladı ve Hyunjin, konuyu geçiştirmekten ibaret bir iç çekişin ardından sordu. "Eee, ben yokken siz ne yaptınız?" dedi, kırpıştırdığı gözlerini kuzeninin sakin suratına çekmişti.
Minho'nun bardağı çalkalayan hareketlenişi kesildi, gözlerini biraz olsun kaldırıp Hyunjin'e bakamadığından, onu duymamış veya bu basit sorusunu pek sallamamış gibi bir hali vardı. Küçük olan hâlâ bir cevap bekliyor olduğundan, ilgili gözlerini bu sefer Jisung'a çevirdi.
"B-biz," diye başladı Jisung, Hyunjin'in kemikli parmaklarının izlerinden arınmış yanakları yeni baştan tatlı bir pembeye bulanıyordu. "Biz, ne yapabiliriz? Her zamanki işler."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
honeybee boy | minsung
FanficKahrolası Lee Minho, bir elinde imzalatması gereken o aptal belge ve öbüründe yıllanmış şarabıyla çıkageldiğinde, Jisung'un tek hengamesi kovanın yolunu bulamayan arılarından ibaret hayatı baştan uca değişmişti.