1.BÖLÜM: CİNAYET GÜNÜ

45 12 85
                                    

Yeni bir acıyla hafifler eski bir ağrı,

Başın döndü mü öbür yana döndür başını,

Başkasının güçsüzlüğüyle iyileşir umutsuz keder.

-Romeo ve Juilet-

Karşıma aldığım rüzgar tenimi usul usul okşarken kızaran burnum ve soğuktan dolayı dolan gözlerimle birlikte sarsak adımlarla çıktım Beyoğlu yokuşunu. Her adımımda ıslak kaldırımla buluşan botlarımdan çıkan ses düzenli ve sakin bir melodiyi andırıyordu. Gökyüzü daha yeni yeni aydınlanmaya başlamış hafif karanlık hava ve doğmaya başlamış kızıl tan güneşi kendini gösteriyordu.

Yokuş çıkmaktan dolayı nefes nefse kalınca verdiğim her bir nefes soğuktan dolayı titrek bir dumana dönüşürken başımdan kaymaya başlayan, soluk ressam beremi düzeltip dudaklarıma nahoş bir tebessüm yerleştirdim. Bu soluk bere bana anneannemden yadigardı ve eskidiği ne kadar belli olursa olsun favori parçamdı.

Neredeyse her gün sabahın bu saatlerinde geldiğim Begonvil Kafe henüz yeni açılmıştı. Yazılarımı genellikle burada yazardım. Dinginlik içinde düşüncelerimin beni ele geçirmesine izin verirdim burada.

İçeri girdiğimde kapının üzerinde müşterinin geldiğini haber veren zil sesi kafeyi doldurunca birkaç meşgul kafa bana döndü ve ben de utançtan kızaran yanaklarımla başımı öne eğip hiçbiriyle göz göze gelmemeye büyük çaba sarf ettim. Göz önünde olmayı, fark edilmeyi sevmezdim. Hâlâ küçüklüğümdeki dolapların ardında saklanan küçük kız çocuğuydum. Travmalar büyüsenizde geçmezdi. Bedeniniz büyüdükçe ruhunuz yerinde sayardı.

Begonvil kafe genelde sabahın bu saatlerinde oldukça tenha olurdu. Gidegele samimiyet kurduğum birkaç çalışana tebessüm ederek her zamanki yerime, cam kenarında bulunan masama geçtim.

Yazılarımı her zaman bu kafede yazmamın bir sebebi de burasının havasının gerçekten beni huzurlu hissettirmesiydi. Seksenlerle iki binlerin karışık dekorasyonuna sahip olan, beyaz ve çam yeşiline boyalı duvarları, duvarlarında yapay sarmaşık ve led ışıklar bulunan, Sezen Aksu, Gülten Karaböcek, Nilüfer gibi isimlerin çalındığı nostaljik bir kafeydi.

Eskiye aşıktım ben. Belki de biraz geçmişe takık. Sahteydi her şey şimdi. İnsanlar sahte, duygular sahte, ilişkiler sahte.

Daha mutluyduk eskiden daha gerçekçi. Gülüşlerimiz bile gerçekti mesela. Daha sahici duygular besliyorduk karşımızdakine. Daha sevgi doluyduk birbirimize.

Tabii geçmişe bağlı yaşamamın asıl sebebi bunlar değildi. Geçmişle birlikte eksilerek benim de değişmemdi. Kendime günden güne daha da yabancılaşmam.

Kafeyi seyretmem bitince garsona işaret verip filtre kahvemi sipariş ettikten sonra bilgisayarımı çıkarıp kaldığım sayfayı açtım. Dosyayı yayınevime söz verdiğim tarihte yetiştirmeye çalışıyordum fakat bu imkansız gibi duruyordu. Kafam bu sıralara çok doluydu ve dahası bacağım yüzünden acı çekiyordum. Sıkıntıyla kısa, siyah ve kaküllü saçlarımı karıştırıp bakışlarımı cama çevirdim. Hava aniden değişmiş ve yağmur başlamıştı. Cama çarpan yağmur damlalarının patırtısıyla içim huzur doluyordu istemsizce. Daha çok yazasım geliyordu ve daha çok seviyordum yaşamayı.

Camda süzülen yağmur damlalarını izleyen gözlerim bir süre sonra çöpün kenarında büzüşüp kalmış yavru kediye takıldı. Islanan tüyleriyle tam bir tüy yumağına dönmüştü hayvancağız. Öyle minicikti ki içim cız etmişti yağmurda orada durmasına. Acı yakarışları ta buradan bile ulaşıyordu bana. Bu yağmurda dışarıya çıkmayı kendime yediremesem de yavru kediyle bakışlarımız kesişince daha fazla dayanamayıp sandalyemi geriye ittirerek ayaklandım. Aç olduğunu da düşünerek masanın üzerinde duran bordo renkli deri çantama uzanıp birkaç gün önce açıp bitiremediğim bisküviyi çıkardım. Yavru kedi bunu yer miydi bilemiyordum ama biraz yumuşamış ve falanmış olması işini kolaylaştırabilirdi.

Shakespeare Cinayeti Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin