2.BÖLÜM: MÂTEM

16 4 15
                                    

"Cehennem boş ve tüm şeytanlar burada."

-William Shakespeare-

Ölenin arkasından yas tutmak ne kadar mantıklıydı? Veyahut üzülüp yas tuttuğumuz şey ölen miydi yoksa yalnızlığa mahkum oluşumuz mu? Hiç kimse ölen için üzülmüyordu . Herkes kendi derdindeydi, kendine üzülüyordu. Hayatını, kaybettiği kişi olmadan nasıl sürdüreceğini düşünüyordu. Düpedüz bencillikti bu. Buna karşı asıl yas tutulması gerekenler yaşayanlardı. Bencil kalpleri ve hayatın bilinmezliğine karşı hâlâ nefes alabiliyorlardı.

İki gün olmuş, yani Nilüfer'imi kaybedeli tam kırk sekiz saat geçmişti. İki gündür yastaydım. Kızıyordum kendime. Yaptığım bu bencilliğe. Gözyaşlarıma hakim olamıyorum bir türlü. Akıp gidiyorlar iznim olmadan. Halbuki söz vermiştim kendime. Bu sefer yas tutmayacaktım çünkü yas ölen için tutulmazdı hiçbir zaman. Bencil olmamalıydım bu sefer. İlk defa yalnız kalışım ve sevdiğim birini toprağa verişim değildi bu.

Sabah saatleriydi, tam olarak kaç bilmiyorum. Umurumda da değil gerçi. Televizyonda sabah haberleri açık, ne zaman açtığımı da hatırlamıyordum. Yeni yılla birlikte gelen zamlardan konuşuyorlardı. Çok da umurumda. Eninde sonunda umurumda olacak gerçi ay sonunu getiremeyince mesela. Nilüfer yaşamıyor ama ben yaşıyorum ay sonunu benim getirmem gerekiyordu. Onun için mutlu olup kendi derdime yanmalıyım bence. O zaman niye gözyaşlarım sicim gibi akmaya devam ediyordu?

Mutfakta, ada tezgahın üzerindeydim ve soğuktan donmuş parmaklarımın arasındaki sigarayı içiyordum. Çıkan dumana karışan rüzgar içeriyi daha bir ıssız yapıyordu. Annem kar soğuğu derdi bu soğuklara. Hastalanmayı göze alarak camı açtım. Nilüfer'in kanın kokusu gitsin istiyordum evden. Yoksa nefes alamazdım. Yeterki o lanet koku arkadaşımın kokusuyla birlikte çıksın gitsin

varsın hasta olayım.

Koku hafızası diye bir şey vardı. Tam olarak onu yaşıyordum işte, evdeki koku yüzünden. Silinmiyordu zihnimden, bir çırpıda çekip atamıyordum içimden.

Elimdeki sigarayı, son kez dumanını çekip söndürdüm. Ne yapsam kâr etmiyordu yüreğimdeki acıya. Ne yapmalı diye düşünüyorum. Yavaş yavaş depresyonun acımasız kollarına çekiliyordum. Oradan çıkmak zordu. Bir karadeliğe çekilmekten farksızdı bana göre çıkış yoktu. Duygularınız en dipte olur yalnızca hüzün kalırdı. İnsan mutsuzken nasıl nefes alırdı? Farkındayım kötüleştiğimin ama direnemiyordum. Yalnızlığım hepten sarıyordu beni.

Ada tezgahtan zorlukla inip değneklere tutunuyorum sonra. Bugün protezimi takmadım. Her ne kadar bu halimi sevmesem de bugün takasım gelmedi. Matem havasından dolayı herhalde.İnsanın hiçbir şey yapası gelmiyor ama takmak zorundayım biliyorum. Protezle yürümek değneklerden daha kolay çünkü.

İki gündür Nilüfer'in odasına adım dahi atmadım. Fakat girmek zorundaydım. Ne kadar çabuk yüzleşirsem o kadar kolay kurtulurdum bu yas sürecinden. Biliyordum ki korkup kaçtıkça kabullenmem daha uzun sürecekti. Hüznün tohumları içimde bir yerlerde filizlenip büyürken bitip tükenecektim.

Değneklere yaslı yürümeye çalışırken tahta döşemelerden çıkan her bir takırtı kimsesizliği daha çok hatırlatıyordu bana. Boş bir evin sesi gibiydi bu ses. Dağılan bir ailenin gidişi, ayrılan bir çiftin vedası gibiydi.

Halbuki kimsesiz de değildim kimsesizliği hatırlamak için Arkadaşlarım, kardeşim ve büyükannem vardı daha. Kendime gelmeliydim en azından küçük kardeşim için.

Nilüferin kapalı duran odasına ulaşıp gıcırdayan kapıyı açtığımda ölümün yarattığı ıssızlık karşıladı beni. Önemsememeye çalıştım. Bu odaya ölümün gelmediğini düşünmek her şeyi daha kolay yapabilirdi. Yavaş adımlarla ilerleyebilirken bir yandan da etrafı süzdüm. Sanki Nilüfer birazdan gelecek gibiydi. Hep öyle olmaz mıydı? Ölünün arkasında bıraktığı eşyaları her zaman onu beklerdi hiç ölüm gelmemiş gibi.

Shakespeare Cinayeti Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin