bölüm 6: yani derinden, derinden.

291 10 4
                                    


Muhammed Kerem Aktürkoğlu


Hayatımın büyük çoğunluğunda evin en küçüğüydüm. Dördüncümüz, prensesimiz doğduğunda içimi kaplayan coşkuyu daha dün gibi hatırlıyorum. Abi olmuştum. Artık sadece Kerem değildim. Evin haylazı değildim. Mahallede top oynarken indirmediği cam pencere kalmayan o çocuk değildim. Sınıftaki inek öğrenci değildim. Kafasını ya toptan ya kitaptan kaldırmayan, öğretmenlerin göz bebeği Kerem değildim sadece. Artık abiydim. Reyyan'ın abisiydim. Bambaşka bir duyguydu bu. 

Reyyan'ı hastanede ilk gördüğüm an, bilmem ağustos ayının kavurucu sıcağından bilmem İzmit'in bitmek bilmez neminden içim ısınmıştı. Sonradan anladım, hayatıma bir güneş doğmuştu. Reyyan'ım gelmişti. 

O gün kısa da olsa Reyyan'ı gördükten ve mis kokusunu içime çektikten sonra küçük yaşım için büyük bir karar vermiştim. Reyyan'ı gururlandıracak bir abi olacaktım. Bana yapamazsın dediklerini yapacaktım. Hastaneden çıkar çıkmaz Rıdvan abimin paçalarına yapışmıştım. Beni Gölcükspor'un altyapı seçmelerine götürmesi için yalvarmadığım kalmıştı sadece. Annemle babamın hastanede olmasından faydalanıp gizlice girdiğim altyapı seçmelerini kazandığımda  tepkilerinden korktuğum annemle babam; kariyerim boyunca en çok arkamda duran, beni en çok destekleyen insanlar olmuştu. 

Reyyan'ın gurur kaynağı olmak için çıktığım bu yolda, kendi yolumda, zaman zaman başarıyordum onu gururlandırmayı. Bazen çok zorlanıyordum ama yine de gülümsemeyi unutmuyordum Reyyan yanıma geldiğinde. Pes etmeyi, teptiğim bütün yolu gerisin geriye yürümeyi isterken aklıma Reyyan geliyor, o gün geliyor pes etmiyorum.

Ama her pes edemediğim gün... Hissediyorum, içimden bir şeyler eksiliyor. İçimdeki neşeden bir parça büyük bir öfke ile yer değiştiriyor. Sanki ruhum gittikçe tükeniyor. Ruhumun denizine kıyısız kalıyorum. 

Her ne kadar değilmişim gibi davransam da  ben de insandım. Duyguları olmayan, yorulmayan, öfkelenmeyen, üzülmeyen, kırılmayan bir robot değilim. Bu kadar beklentiyi 23 yaşında bir gencin sırtına yüklerken düşünmeyen herkese, benden yıllarımı çalanlara, emeğimi sömürenlere kızgın bir adamım üstelik. İçinde soğumayan bir nefret olan bir adama dönüştüm yıllar geçtikçe. O nefret beni her sabah uyandırdı, antrenmana herkesten önce başlamamı sağladı, tesislerden en geç çıkan kişi olmamı sağladı, beni ben yapan şeylerden uzaklaştırdı beni. Ruhumu tüketti o nefret. Artık kime duyduğunu bilmediği bir nefret tarafından yönetilen bir adama dönüşmüştüm. Denize kıyım kalmamıştı. İçimde fırtınalar kopuyordu sürekli, denizlerim dalgalıydı, ruhum yorgundu. Baksalar görecekleri kadar yorgun ve yılgındım aslında ama kimse, hiç kimse bakmadı. 

Ta ki Ahsen'e kadar. Ahsen, o hülyalı güzel gözleriyle bana bakana, beni görene kadar. 

Diyebilirsiniz ki, bu hayatında sadece bugün gördüğün adını birkaç saat önce öğrendin kadına bu kadar bağlanman normal mi? Bunu derseniz eğer... Demeyiniz. Siz hiç onunla göz göze gelmediyseniz. Benim gözümle görmediyseniz onu, rica ederim sizden, bunu demeyiniz. 

Hem beni görmese de olur ki benim dalgalarımın durulması için. 

Beni görmesine ihtiyacım yok. Ama ben onu her göremediğim saniyede dünyanın üzerime geldiğini hissediyorum. Ruhum tükeniyor. Kendi karanlık yorgunluğuma çekiliyorum. Beni tüketen o öfke Ahsen'in yanında yok. Ahsen varsa güneş var. Bulutlar var güneşle, ayla, yağmurla dans eden. Ahsen varsa ümitli şeyler var. 

Siz Ahsen'i benim gözümden görmeden bilemezsiniz. İçimdeki fırtınaları dindiren tek sesin ona ait olduğunu, adını duyduğumdan beri aklıma mıh gibi kazındığını o ahenkli beş harfin ve güzel gülümsemenin... Bilemezsiniz.

vedi, vidi, amavi | kerem aktürkoğluHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin