bölüm 4: ne kışım yaza varır, ne renksiz duvarlarım bile sana boyanır.

337 16 3
                                    


Ahsen Cevher Arsen


Zihnim bu şehirden, bu devirden çok uzakta diyen Yahya Kemal'i sanırım hiç bu kadar anlamamıştım. Zihnimde aynı an binlerce farklı duygu ile tekrar tekrar yaşanırken olduğum yerden hiç bu kadar soyutlanmış hissetmemiştim. Soyunma odasından çıkıp usul adımlarla Ahu'yu takip ederken de staddaki yerimize geçip otururken de... 

Sanki artık bambaşka bir gezegende gibiydim. Renkler çok farklıydı. Evet, her yer sarı kırmızıydı.  Her yer Galatasaraydı. Her şey Galatasaraydı. Her şeyimdi Galatasaray.  Fakat, bu kadar sarı ve kırmızının arasında benim içimi kaplayan bir çift ela vardı. 

Yıllar sonra geçirdiğim en sessiz 90 dakikayı geçirmiştim. Beynim sadece tek bir şeye odaklanabiliyordu sanki. Ve sanki beynim benden ayrı bir cumhuriyet gibiydi. Yasaması, yürütmesi ve yargısı kararını bana sormadan vermişti. Bundan tezi yok; tek bir şeye odaklanılacaktı. Bundan sonra bütün renkler dışında, sarıyla kırmızının dışında, sarıyla kırmızı kadar güzel bir renk vardı. Ela vardı. Ve o ela bu cumhuriyetin tek işgalcisiydi.  Ve o ela dışında başka bir şeye bakmak ölüm gibi bir şeydi. Tez vakitte o elalara kavuşulmalıydı.

''Ahu, Ahsen... Kızlar biz bu kalabalığın içinden nasıl çıkacağız? Biraz beklesek mi acaba? Ne dersiniz?''

Sare'nin sorusuyla sanki derin bir uykudan uyanmış gibiydim. Sanki bir rüyadaydım, güzel bir rüyada... Zamanın dışında bir çift elanın peşindeydim rüyamda. Uyandım ve acınası yalnızlığıma, kırgın gönlüme, darıldığım dünyaya... Kısacası gerçekliğime geri döndüm. 

''B-ben.. Iıı... Ben otoparka gider arabayı alırım. Siz, sizi bıraktığım çıkışa gelirsiniz? Olmaz mı?'' 

Ne oluyor bana böyle? Ben değil miydim bu dünyanın ızdırabına katlanamayıp en yakın yükseltiden atlamak isteyen! Ne oldu bana? İçimi içime sığdıramıyorum. Sanki onsuz burası... Eksik.

Neden onun olduğu yöne koşmak istiyorum var gücümle? 

''Olmaz! Kesinlikle olmaz hem de! Benim takımın debriefingine katılmam lazım. Hem Okancım Hocama bir selam vermeden çıkıp gidecek misin gerçekten Ahsen? Çok kırılır bak adam.''

''Ahuuu. Yahu, ben...''

''Ahseeen. Hadi güzelim, hadi ballı çöreğim. Kalk yerinden. Kalk da içeri girelim. Şuna bakar mısın Sare? Sanki kendisi içeriye gidip çalışacakmış gibi nazlanıyor. Yahu hadi diyorum! Bak senin yüzünden işimden olacağım. HADİ!''

''Hiç bana bakma öyle boncuk. Ahu'nun elinden seni benim kurtaracağımı ne düşündürdü sana bilmiyorum ama kurtaramam...''

Oturduğum koltuktan kalkarken içimi basan bu garip hararet yüzünden üstümdeki ceketi de çıkarmaya çalışıyordum. Bir yandan da söylenerek hayatı dostlarıma daha çekilmez kılmayı kendime mesele edinmiştim.

''Size dost diyen de kardeş diyen de kabahat. Sizin hiçbir suçunuz yok. Kendim ettim kendim buluyorum. Gidelim hadi. Yalnız ben sizi hastaneye geldiğinizde göreceğim. Oradan oraya sürükleyeceğim sizi!'' 

''Ahsen kuşum, çok konuşmasan da yürüsen mi? Hadi Sarellem bir an önce gidelim içeri.''

Yerimden kalıp önden önden giderken arkamdan gelen Sare ve Ahu'nun söylendiğini duyabiliyordum. Kalabalık stadyumda kalabalığın tersi yöne hareket eden bir tek biz olduğumuz için güvenliklerin dikkatini çeksek de Akif abi ile olan tanışıklığımız sayesinde tünele kadar arkama bakmadan gelmiştim. 

''Ahu görüyor musun şunu? Az önce kendisi değil miydi arabayı alayım eve gidelim diyen... Ahsen! AHSEN! Biraz yavaş yürür müsün? Kime diyorum yahu ben...''

''Hı, e-efendim? Dalmışım ya...''

''Fark ettik onu Ahsenciğim. Siz Sareciğimle şuradan sola dönüp hemen personel odasına geçin. Ben Okan Hocayı görüp geliyorum yanınıza. Sare, bulabilirsiniz değil mi?''

''Vur dedik diye öldürdü bu kız da... Bulurum, buluruz Ahucum. Ahsen muhtemelen burayı avcunun içi gibi biliyordur. Kaybolmam az önceki gibi merak etme.''

Duyduklarım üzerine bütün dikkatim Sare ve Ahu'ya yönelmişti. Gerçekten şuracıkta kaybolmuş olabilir miydi Sare? Eh, taksiye yanlış adres verip evinin iki sokak aşağısında indikten sonra ben kayboldum diye İstanbul'daki tüm kolluk kuvvetlerini ayağa kaldırmış birinden burada kaybolmamayı nasıl bekleyebilisiniz ki? 

''Ahu, güzelim sen git. Ben bu yersiz yönsüz Sarelleyi alır bulurum o personel odasını merak etme.''

''Sen olmasan... Geliyorum hemen.''

Ahu'nun koşar adım ters istikametteki teknik ekibin yanına gitmesi ile amaçsız bir şekilde yolun ortasında durduğumuzu fark etmemiz bir olmuştu. Sare'yi kolundan tuttuğum gibi hızlı adımlarla bana verilen koordinatlara göre ilerlerken koridorda çarptığım vücut beni durdurmuştu. Sağa sola bakarak yürümekten ve Sare'yi çekiştirmekten önüme bakmadığım için geldiğim yöne doğru yürümekte olan Kerem'i yani Kerem Aktürkoğlu'nu görmemiş bir de güzel omuz atmıştım. Romantik komedi filmlerinin bütün klişelerini yaşamaya ant içmiş gibiydim bugün. 

''Be-ben... Kusura bakma yani kusura bakmayın. Önüme bakmadım hiç. Baya da sert şey oldu...  İyi misiniz, Kerem Bey?''

Zihnimi bu şehirden, bu devirden alıp götüren yeni dehlizlere yelken açtıran o gözler şimdi tekrar karşımdaydı. Yorgun muydu? Dalgın mı ya da... Bir şey vardı gözlerinde. Onu ilk gördüğümdeki cıvıltısı yerini yılgın bir ışığa bırakmıştı. 

Bugünkü oyununa mı takıldı aklı? Zaten 74. dakikada oyundan çıkmıştı. Acaba oyundan çıktığı için mi sıkılmıştı canı? Neydi gözlerinin ardındaki denizleri bulandıran o şey? 

O an sanki Dünya durmuş gibi baktı bana. Sanki başka hiçbir şey önemli değil gibi. Sanki her şey benmişim gibi. Gözlerinin arkasındaki saklı denizleri okşayan tatlı bir meltemmişim gibi. Sarının ve kırmızının içinde her şeyden uzakta bambaşka bir şeymişim gibi.

''Ahsen...''

Zaman algımı ona bakarken kaybettiğim için ne kadar bakıştık bilmiyorum. Tek bildiğim şey; fısıltıdan farksız sesi ile adımı söylediğinde, bana bir ömür gibi gelen o üç belki de beş saniye sonunda derin bir nefes aldığında gözlerinde gördüğüm tanıdık yorgunluktu. Ruhunun yorgunluğu vurmuştu gözlerinin denizine. 

Yarayı anlar, yarası olan demiş Karacaoğlan bundan yüzyıllar önce. Kim bilir, belki o da yorgun bir ruhu kırgın bir bedende taşırken anısızın gördüğü bir çift ela gözde gördü kendi yarasını, yorgunluğunu, kırgınlığını...

Omuzlarını düzeltirken bana bakmadı. Beni o elalardan neden mahrum bıraktı? Bilmiyordum. Tek bildiğim yanımdan geçip giderken arkasında bıraktığı dalgalı sulardı. Kendi dalgalı sularımdı. 









vedi, vidi, amavi | kerem aktürkoğluHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin