Akşam olmuştu ve çok yorulmuştum. Çocuklarla oynarken zamanın nasıl geçtiğini fark etmemiştim bile. Bu gün kendime izin vermiştim hiçbirşey düşünmeyip sadece eylenmiştim. Üzerimi deyiştirip yatmak istiyordum. Giyinme odasına doğru ilerledim. Daha rahat şeyler giyip odaya döndüğümde yatağın kenarındaki minderinde uyuyan Hydra'yı gördüm o da çok yorulmuş olmalıydı. Yatağıma oturup saçlarımı taradım. Tam yatacağım sırada kapı hafifçe tıklatıldı. Bu saatte kim olabilirdi ki? Yataktan kalkıp yavaşça kapıyı açtım.
"Rahatsız ettiysem özür dilerim prenses, galiba bu gün dışarıda bu broşü düşürmüşsünüz." Gelen Raden'di ve elinde metal kırmızı taşlarla süslenmiş bir broş tutuyordu. "Teşekkürler Raden, çok naziksin." Küçük bir gülümsemeyle başımı eyip broşu elinden aldım. "Rica ederim prenses, iyi geceler." O da aynı şekilde gülümseyip başını eydi."Sanada." Dışarıdan yeni gelmiş gibiydi. Her gece dışarıda olması çok şüpheli bir hareketti. Kapıyı kapatıp içeri girdim.
Yarın akşam tekrardan ormana gidecektim. Eris'i bulamasam bile belki anneme dair bir iz bulabilirim diye düşünüyordum. Tekrar aynı taraflara gidecektim. Bu sefer daha erken gidip orada bekleyecektim. Raden ile iki kez orada karşılaşmıştık, ve bildiğim kadarıyla babam krallığın dışındaki görev vermezdi. Yatağa yatıp bu konu hakkında düşünürken kendimi uykunun kollarına bıraktım.
~~~~~~~~~~
Kalktığımda Hydra yatağımın kenarında bana bakıyordu. Bir kabus görmüştüm ve nefes nefesetdim. Rüyamda Eris vardı ve bütün sevdiklerimi öldürüyordu. Daha sonra bana gülümseyip ortadan kaybolmuştu. Galiba bir sabah odama gelen mektubu çok kafama takmıştım. Böyle bişey yapmazdı heralde. Bir anda irkildim, kafamdaki düşünceler birbirine larışmıştı, korkmuştum. Bu gün tekrar ormana gidecektim akşamın gelmesini beklerken kendime yapacak birşeyler bulmalıydım, ama her yerim ağrıyordu. Yataktan kalkıp giyinme odasına gittim. Bu gün krallıkta olacağım için düz köyü yeşil bir elbise giydim, gözlerimi ortaya çıkartmıştı. Kolları uzundu ve beni sarıyordu, eteği kabarık değildi düz iniyordu. Boyun kısmında biraz dekolte ,ve taşlar vardı. Siyah pelerinimi giyip elimi yüzümü yıkadım. Hydra kalkmıştı ve aynada kendiyle oynuyordu. Onu da alıp odadan çıktım. Gittikçe ağırlaşıyordu, yakında bir tasma takmam gerekebilirdi. Merdivenlerden inerken Raden'la karşılaştım "Günaydın prenses, bu gün çok güzelsiniz." Bir iltifat beni mutlu edebilecek en güzel şeydi. "Başka zaman güzel değilmiyim Raden." Adam kocaman sırıtarak başını eydi. "Tabiki güzelsiniz prenses." Kahverengi gözleri parlayarak okadar güzel bakıyordu ki içinde kayboluyordum." Tam ilerliyeceği sırada "Raden, bana prenses demene gerek yok ismimle hitap edersen sevinirim." Şaşırmış bir şekilde bana bakıyordu. Genelde herkes prenses derdi ama yıllardır birlikte yaşadığım bir insanın bana prenses demesinden utanıyordum. "Peki Eira, nasıl istersen." Aşşağı inmeye devam ederken mırıldanıyordum. Hydra'da yanımdan yürüyordu. Yemek odasına girdiğimde babam hasta bakışlarla bana bakıyordu.
"Baba, İyimisin?"
"Biraz hastayım sadece okadar."
"Sen genelde hastalanmazsın, seni hasta eden şey ne?" Babam genelde hasta olmazdı kendisine iyi bakan bir adamdı. Sadece bir alerjisi vardı. Havuç babam havutca asla dayanamazdı.
"Akşam aşçının yaptığı yemeğin içerisinde havuç vardı. Fark etmeden yedim ama merak etme yakında iyileşirim."
"Böyle birşeyi kabul edemezsin baba, havuç senin için ölümcül bir sebze ve krallıktaki herkes bunu biliyor." Birkeresinde babam sırf havuç yediği için ölümden dönmüştü. Ve krallık kısa bir süre için olsa bile çok kötü duruma gelmişti. Bunu aşçımız yıllardır biliyordu ve mutfağa kendisinden başka kimsenin girmesine izin verilmezdi. Daha fazla düşünürsem kafayı yiyecektim. Bukadar gizemli şeyler yaşanırken sakin kalabilmem için bir mucize olması gerekiyordu. Sandalyeye oturdum ve ağır ağır yemek yemeye başladım. Omletimden küçük parçalar keserek yedim. Bitirmem uzun sürmemişti.hiçbirşey söylemeden masadan kalktım. Hydra'da kabımdaki mamayı bitirmişti okulda alıp tekrar odama çıktım. Planımda olmayan birşey yapacaktım. Bu sırlarla kafamı yormak yerine sırları çözmek için gidecektim. Üzerimi deyiştirdim. Altıma siyah bir pantolon üzerime ise beyaz bir gömlek giydim. Bıçaklarımı belime bağlayıo botlarımı giydim. Bu sefer Hydra'yı da yanıma alacaktım çünkü annemi bulup ona hayvanımı göstermek istiyordum.
Hemen dışarı çıkıp atı hazırladım. Kenarına Hydra'nın sığabileceği boyutta bir çanta asıp Hydra'yı içine koydum. Siyah pelerinimi kaldırıp ata bindim ve çok hızlı bir şekilde ormana doğru ilerledim. Çok geçmeden kuyunun olduğu yere gelmiştim bu sefer buradan geri dönmeyecektim. Kuyunun yanında duruyordum. Sola dönüp ilerlemeye başladım. Uzun bir süre ilerledikten sonra ağaçların üzerinde kırmısı boyalar belirmeye başladı. Bunlar bir işaretti. Boyalar son bulduğunda attan indim ve yürümeye başladım. Karşımda bir mağara vardı girişi çok dardı, neredeyse bir insanın bile zor sığabileceği boyuttaydı. Yanımdan yürüyen Hydra hoşuna gitmeyen birşeyler varmış gibi mırıldanarak bana baktı. Bu durumdan ben de çok hoşnut olmamıştım kimsenin olmadığı biryerde gizemli olduğunu düşündüğüm bir şekilde karşıma mağara çıkmıştı.
İçimden bir ses bu mağaranın içinde benim için önemli olan bir şey olduğunu söylüyor, ama diğer yanım tek başıma bu işe kalkışmamam gerektiğini söylüyordu. Girecektim, çünkü daha sonra pişman olmak istemiyordum. Mağaranın kapısından eyilerek girdim, sanki derinlere gidildikçe alan genişliyor gibiydi. Hydranın zaten kısa bir boyu olduğu için hemen arkamdan yavaşça geliyordu. Mağaranın tapanlarında böcekler geziyor ve rahatsız edici sesler çıkartıyorlardı. Duvarlarında ise bazı yerler oyulmuştu ama insan eli değmediği kesindi. Dışarısı aydınlık olmasına rağmen mağara çok karanlıktı. Etrafımda dolanan ateş böcekleri sayesinde görüş alanım biraz daha genişlemişti. Bu koridorun daha ne kadar uzayacağını kestiremiyordum, fakat ileride hafif turuncu bir ışık vae gibi görünüyordu. Tabi bu gözlerimin karanlıkta olduğu için oynadığı bir oyun değilse.
Sanki turuncu ışık daha da yaklaşmış ve artmış gibiydi. Hava sıcaklaşıyor gibiydi. Biraz daha ilerlediğimde kulağıma sesler gelmeye başladı, bunlar fısıldayarak konuşan bir insan sesine benziyordu. Artık turuncu ışık okadar yakınımdaydı ki her yar aydınlanmıştı. Koridorun sonunda bir oda vardı. Odaya girmeden kenarda bekledim. Konuşma sesi artık yanımdan geliyordu.
Biraz bekledim ve kaç kişi olduklarını anlamaya çalıştım. Şu an ne yapıyordum? Resmen hayatım tehlikedeydi daha da kötüsü başıma bir iş gelse beni kurtatacak kimse yoktu.
Yanıma küçük bir cisim yaklaşıyordu. Gölgesi hareket ediyordu. Yanıma geldiğinde küçük, tüylerinden ateş çıkıyor gibi görünen, kanatları olan tatlı bir canlı yaklaştı. Daha önce ormanda gördüğüm o kuşun küçük hâli gibiydi. Yanıma geldiğinde Hydra ona doğru yaklaştı ve birbirlerini tanımaya çalıştılar. Daha sonra yuvarlanarak birbirleriyle oynamaya başladılar, garip sesler çıkartıyorlardı. İkisi birlikte önümde duran odaya girdiler. İşte bu hiç iyi olmamıştı.
İçeriden bir kadın sesi yükseldi."kim var orada, kendini orataya çıkarmanı tavsiye ederim, tabii daha zor bir yolla görmemi istemiyorsan."
Kadının söylediği gibi saklandığım yerden çıkıp odaya girdim. Karşımdaki kadın... Bana çok benziyordu. Kızıl saçları yeşil gözleri ve üzerindeki deri kıyafetlerle bir manken gibi görünüyordu. O da beni gördüğüne şaşırmıştı. "Eira." Onun ağzından ismimi duymak çok garip hissettirmişti.
"Anne..."
Bölüm sonuu birdahaki bölümde yaşanacak maceraları kaçırmamak içinOy+yorum+takip yapar mısın? ❤️
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lendon Krallığı
Fantasy"herşeyi düşünürdüm ama senden böylesine büyük bir darbe alacağımı asla!"