Zoraki sürgün - 7

14.3K 1.5K 137
                                    

"Mavi!" Altan'ın sesi şaşkın ve aynı zamanda mutluydu. Yanıma geldiğinde omuzlarımdan tutup, "İnanılır gibi değil." dedi. Arkasında donup kalan Aras'ı fark etmemişti.

"Kaptan seni kaybettiğimizi duyduğunda köpürdü." dedi Tanya, gülümseyerek. Onu en son gördüğüm zamana göre çok daha cana yakın ve iyimser bir hali vardı.

"Seni gördüğüne sevinecek." diye onayladı, Altan. Sonrasında vaziyetimi yeni fark etmiş gibi,

"Sırılsıklamsın. Odana gidip üstünü değiştir istersen. Sonrasında konuşuruz." diye mırıldandı.

Başımı evet anlamında salladım.

"Aras da lojmana gidecekti. Sana eşlik etsin." dedi Tanya. Bizden uzakta durmuş, dalgın bir ifadeyle beni inceleyen Aras'a baktı. Aras gözlüklerini çıkarıp cebine tıktıktan sonra, elindeki kağıtları kel adamın ellerine tutuşturdu. Hiçbir şey söylemeden çıkışa yöneldi. Dişlerimi sıktım bir kez daha. Ellerimin iki sıkı yumruğa dönüştüğünün farkında değildim.

"Geri dönerim." dedim gergin bir sesle.

"Saat sekizde kaptanın odasında olacağız." dedi Altan. "Kendini yorgun hissetmezsen gel."

"Peki." dedim, kısaca. Başımı selam verir gibi eğip - bu hareketim onların garibine gitmişti -, Aras'ın arkasından çıkış kapısına gittim. Bina çalışanlarından biri Aras'a haki renkte, uzun bir palto uzatıyordu. Kadının elinden paltoyu aldıktan sonra, duyamadığım bir şeyler mırıldandı ve ben yanına gelirken, yüzüme dikkatle bakarak bekledi.

Paltoyu uzattığında almayı reddettim ve kollarımı kavuşturarak lojman yoluna yöneldim. Ardımda gergince nefes verdiğini ve sonrasında geniş ve güçlü adımlarla peşimden geldiğini duydum. Yavaşlamadan ya da en ufak bir korku duymadan lojmanlara dek yürüdüm ve doğru binanın önüne geldiğimde durdum. Ne var ki anahtarımın olmadığı ancak aklıma geliyordu. Teknede bıraktığım paltonun cebinde kalmıştı ve paltoyu atıp atmadıklarını bilmiyordum.

"Benimle gel." dedi arkamdan, ifadesiz bir sesle. Yüzüme bakmadan yanımdan geçip binaların arasında ilerledi. 

Düşmek üzere olan akşam vaktiyle birlikte, sokak lambaları yanmaya başlamış, rüzgar çıkmıştı. Çenem soğuktan geriliyordu. Gururumu incitse de Aras'ın ardından bu kez daha sakin ve sessiz adımlarla yürüdüm. Kahverengi, üst katların balkonlarından mor çiçekli sarmaşıklar sarkan, üç katlı bir binanın önünde durduk. Dışarıdan bakıldığında, odamın bulunduğu binaya göre çok daha yaşanası bir yer gibi görünüyordu. 

İçeri girmeden önce çamura bulanmış ayaklarımı paspasa sildim ve karanlık giriş katına adım attım. Ben gergince beklerken, Aras koridorun ışıklarını yaktı. Merdivenlere yönelmek yerine giriş katındaki salona ilerlediğinde belli belirsiz rahatlayarak peşinden gittim. Giriş salonu, yaşadığım binadaki salonun aksine zevkle döşenmişti ve nispeten sıcaktı. Geniş koltuklar yorgunluktan sızlayan kaslarımı sevindirmişti. Duvarlar koyu maviydi ve alabildiğine kitap dolu raflarla görünmez hale gelmişti. Odanın bir kısmı paravanla ayrılmış ve paravanın ardına geniş bir çalışma masası kurulmuştu.

Televizyonun yanındaki çekmecelerin birinden geniş bir havlu alıp bana uzattı. Bu sahnenin kaç kez daha yaşanacağını merak ederek gidip havluyu aldım ve tek kelime etmeden sarınıp, koltuklardan birine oturdum.

Aramızdaki sessizlik ve gerginlik elle tutulabilecek düzeydeydi. Başka birinin gelip bu işkenceye son vermesini diliyordum. Televizyonun kısık sesini duyduğumda biraz olsun rahatladım, en azından ortalıkta yapay da olsa ses vardı.

"Düşüncesiz misin yoksa sadece umursamaz mı?" diye sordu, kumandayı eline alıp karşımdaki koltuklardan birine yerleşirken. Yüzüme bakmıyordu.

Su CinleriHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin