🏕️
Tekerleklerin sesi susunca rahatsız uykusundan uyandı Jimin. Başı arkasındaki kırlentten kayıp tuhaf bir açıyla pencereye dayanmıştı ve tam da bu sebepten boynunun tutulmuş olduğunu fark etti. Elini ensesine atarak ovuşturdu. Pencerenin perdesini aralayarak dışarı baktı. Güneş tepelerin üzerinden son soluk ışıklarını yolluyordu durdukları açıklığa. Etraftaki koşuşturmacadan burada geceleyeceklerini, askerlerin kamp kurduklarını anladı. Perdedeki elini çekip oturduğu yerde doğruldu. Boynunu ve belini sırayla sağa sola çevirerek kütürdetti. Saçlarını eliyle düzeltmeye çalıştı ancak çok da başarılı olduğunu sanmıyordu. Zira hizmetçi her zamanki örgüsünü yapmamış, üstten aldığı birkaç tutam saçı toplayıp süslü tokalar takmış, kalan saçlarını da serbest bırakmıştı. Jimin şimdi onların tarladaki çalılar gibi birbirine girdiğine emindi.Eteklerini toplayıp arabanın kapısını açarak ilk adımını atar atmaz Jungkook'la burun buruna geldi.
"Hah, ben de sana geliyordum. Burada konaklayacakmışız. Çadırları kurmaya başladılar." Duraksadı Jungkook. Jimin'in yüzünde ve saçlarında dolaştırdığı bakışlarını yukarıya kaldırdı. Alt dudağını ağzının içine yuvarlayıp gülmemek için ısırdı.
"Ne!"diye homurdandı Jimin. "O kadar yoldan geldik, dağılmıştır tabi. Seninki gibi kısacık değil farkındaysan." Başını triple diğer tarafa çevirdi. Kollarını çaprazlayıp ayağını huysuzca yere sürttü.
"İşte şimdi tam bir şımarık prenses oldun." diye kıkırdadı Jungkook, "Aynen böyle devam et, gayet inandırıcı." Jimin'in öfkeli şaplağından son anda kurtulup geri geri yürürken hâlâ sırıtıyordu.
"Prensesim akşam yemeğinde ne arzu ederler acaba. Ah, bu akşam gümüş takımlarla yiyemeyeceğiniz için gerçekten üzgünüm. Lütfen affedin küçük hanımefendi."
Jimin'in eteklerini toplayarak üzerine doğru koşması ile küçük bir çığlık atarak kaçmaya başladı genç oğlan.
"Gel buraya Jeon Jungkook! Kaçma dedim sana!"
Karıncalar gibi hummalı bir şekilde çadır kuran, ateş yakan, arabalardaki atları çözen askerlerin arasına dalarak ağabeyi Hoseok'un arkasına saklandı Jungkook. Ancak yaptığının hata olduğunu kulağına yapışan elle çok geç fark etti. O, kulağının acısıyla gözlerini yumarak ağabeyinin azarlarını dinlerken, Jimin koşmayı bırakmış, siyah saçlı oğlanın azarlanmasını keyifle seyrediyordu.
Elini dudaklarına kapatıp kıkırdadığında ve hanbokunun eteklerini savurarak olduğu yerde geriye döndüğünde karşılaşmayı beklediği kişi kendisini seyretmekte olan Baekje prensi değildi elbette.
Utangaç bir baş selamı vererek karşılığını beklemeden üst üste yığılmış eyerlerin yanına gitti ve birinin üzerine oturdu. Hanbokunun altından çıkan ayaklarını sallarken kendisine kızıyor, bir daha Jungkook'a uyup çocukça hareketler yapmayacağına dair kendisine sözler veriyordu.
Şu anki görüntüsünün bir bebek kadar tatlı olduğunu bilmeden...
*-*
💔"Çok sevimli öyle değil mi?"
Arkasından gelen sese başını çevirip baktı Namjoon. Gelen ince uzun zarif beden yanında durup kollarını çaprazlayarak uzaktaki kıza baktığından gözlerini kaçırma gereği duymadı, güzel yüzün her santimetrekaresinde gezdirdi bakışlarını.
"Tıpkı senin gençliğin."
"Kaba olmayın prensim. Ben hâlâ gencim bir kere." Kıpkırmızı dudaklarını büyüten bir gülümsemeyle prense baktığında, Namjoon'un da tebessüm etmesine sebep olmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SECRETS (YoonMin)
FanfictionBir evlilik yıllardır süren savaşı bitiriyorsa her iki ülkenin halkı tarafından kutsanır. Günlerce sürecek eğlenceler düzenlenir, krallar kadeh tokuşturur, kraliçeler zerafet ve zenginlik yarışına girer. Ya evlenecek olan çift? Onlar bu durumdan mem...