1

718 110 2K
                                    



Lunu & Arm

Derin Deniz'in zalim dalgaları eski bir hiddetle kayalıkları döverken, karanlık çökmüş şehrin tepelerinde, sadece dikkatli gözlerin yakalayacağı küçük bir hareket vardı. Bu hareketin kaynağı kum rengi saçlı, kısa boylu ve çok zayıf bir kızdı. Kız Kaya Şehir'i halklarının alışıldık sağlıksız görünümüne sahipti. Rüzgârda dağılmış turuncuya çalan saçları kısacık kesilmişti ve kalkık burnu gökyüzünden kayan yıldızlara imrenmiş gibi yanaklarına akan çillerle doluydu.

Bu kızın solgun yüzünde her zaman hınzır bir ifade olurdu. Tıpkı şimdi olduğu gibi. Üzerinde ona çok büyük gelen çuval bezinden yapılmış yamalı bir gömlek vardı ve ekoseli pantolonun bol paçaları eskimiş botunun içine sokulmuştu. Bu haliyle ergenliğinin başlarında olan bir oğlanı andırıyordu ki, bu da kızın çok işine gelen bir şeydi.

Lunulata'nın görünüşü, kuralların ve isimlerin olmadığı bu gri şehirde onu görünmez yapıyordu. Kendini koruyacak bir silahın ya da güvenebileceğin bir çeteyle bağlantın yoksa, bir Kaya Şehiri'nde görünmez olmak hayli avantajlı olabiliyordu. Ama bu akşam Lunu'nun ela gözleri, saklandığı tepenin üzerinden kıyıya demirlemiş kara gemiyi inceliyorken, kendi güvenliği aklındaki son düşünceydi. Çünkü Gezginler'in haraç almak için Kaya Şehirlerine yolladığı diğer gemilerden daha büyük olan bu gemi, Lunu için çok önemliydi.

Bu yüzden dikkatlice baktı. Tüm detayları aklına kazıdı. Sonra da koşabildiği kadar hızla koşmaya başladı. Ayakları yosunlu zemindeki her adımında kaysa da durmadı. Nemli ilkbahar havası ciğerlerini yakarak soluğunu kesiyordu ama Lunu fazla vakti olmadığını biliyordu. O yüzden bu küçük engeller, kayaların yuva olduğu bu yıkık şehrin her taşını adı gibi iyi bilen Lunu'yu yıldıramazdı.

Tepesinden atlayan birçok umutsuz Kayalı'nın sonu olan İnleyen Uçurum'un keskin yamaçlarını çevik adımlarla geçti. Mercan diye bilinen ve burada iç içe yaşayan halkın, ev dedikleri cehennemi unutmak için Mada yumurtasıyla (denizlerinde yaşayan en zehirli balıklardan biriydi bu) kendilerini uyuşturduğu sokaklardan uzak durarak meydanı aştı.

Lunu koşarken bile kalabalığın gamsız kahkahalarından kalanları duyabiliyordu. Kendisi Mada yumurtasını hiçbir zaman denememişti. Zihni onun sahip olduğu tek hazineydi ve bunu, etkilerini bilmediği bir zehirle kirletmeye hiç niyeti yoktu. Annesinin aksine. Onu doğuran kadın Mercan'ın devamlı müdavimiydi ve Lunu'yu görmezden geldiği yılların çoğunu o meydanda kafası iyi bir şekilde, kendini biraz yemek için satarak geçirmişti.

Lunu duygusal biri olsaydı belki onun bu sefil haline acıyabilirdi. Ama annesini düşündüğünde tek hissettiği şey rahatsız edici bir boşluktu. Sanki kadın, içinde olması gereken bir parçayı o daha çok küçükken almış ve asla geri vermemişti. Bu yüzden de Lunu'ya göre annesi onun merhametini haketmiyordu. Zaten merhamet, bu kayada bir lükstü. Bunu ona hiç annelik yapmamış bir kadın için harcamak ise sadece kötü bir yatırım olurdu.

Hızını hiç kesmeyen Lunu, kimseye görünmeden girebildiği bütün küçük deliklerden geçerek, her kaygan tepeyi aştı ve en sonunda kardeşinin saklandığı oyuntuya vardı. Kardeşi, (aslında öz kardeşi değildi ama kimin umurundaydı) şekilsiz bir kayanın üzerine çökmüş, önündeki cılız ateşi izliyordu.

Oğlan, sahip olduğu tek eliyle, siyah bir mercandan yonttuğu sivri bıçağını tutuyordu. Loş ateşin dans eden alevleri, çıkık elmacık kemiklerine vurmuştu. Uzun kirpiklerle çevrili siyah gözleri bu kor alevlerle parlayarak onun, şimdilerde unutulmuş olan Birinci Dünyanın insanları tarafından oyulmuş güzel bir heykel gibi görünmesine sebep oluyordu. Sağ dirseğine kadar olmayan kolu da eklenince bu haliyle pekâlâ eski hikâyelere konu olacak mağrur bir kahraman olabilirdi.

HAİNİN MÜHRÜHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin