6

66 3 0
                                    


Hodbin

Hodbin uzun zamandan beri görmediği, tepenin yamacından bir yumruk gibi yükselen taştan evden içeriye girdi. Her şey hemen hemen hatırladığı gibiydi. Zaman bile buraya uğramadan önce birkaç kez düşürdü. Etrafına bakıp evin tanıdık sıcaklığının onu sarmasına izin verdi. Salonun solmuş gri duvarları, kırmızı ve mavi çocuk çizimleriyle doluydu. Köşede, çıtırdayan eski odun sobasının üzerinde, çiçek desenli bir demlik kıvrık uçlu ağzından buhar üflüyordu. Boylu boyunca uzanan, uzun ahşap masa ve boy boy farklı iskemle hemen sobanın yanına iliştirilmişti. Duvara oyulmuş kitaplıkta ise sırtları kopmaya yaklaşmış eski birkaç kitap ve rulo halinde yuvarlanmış haritalar duruyordu.

Yüzü geçen yıllarla lekelenmiş büyük, yumuşak bir koltuk kitaplığın olduğu duvara dayanmıştı ve kenarda, un çuvallarının sınır oluşturduğu küçük bir mutfak vardı. Ortada ise Birinci Dünya'dan kalma, kocaman kırmızı desenli bir halı seriliydi. Ev aslında bu geniş salon ve kenarına ilişmiş mutfaktan ibaret sayılırdı. Küçük camları vardı ve pek az ışık alırdı ama yine de hep loş bir sıcaklık yayardı. Salondaki tek kapı küçük bir koridora açılıyordu ve koridordun her yanındaki odacıklarda ise eski divaların yan yana serildiği yatak odaları vardı.

Hodbin'in Gezgin Şehir'de tek güvende olabileceği yerdi burası.

Dede'nin İni.

Eski yuvası.

En azından buraya yuva demek için bir çatı ve Dede yetiyorsa öyleydi. Dede diye bilinen bu adam (onun öz dedesi değildi tabi) bakamayacağı çocukları doğurmakta sorun görmeyen bencil götlerin yeni doğmuş bebeklerini verdikleri emekli bir korsandı. Onunla ilgili en göze çarpan şey, şanlı günlerinden kalma sakalıydı. Örgülerle dolu ucu kırmızı boncuklarla bağlanmıştı ve bu beyaz sakal heybetli cüssesinin üzerini örtüyordu. Kalın kollarına yolu onunla kesişmiş her bir çocuğunun adını kazımıştı. Denize erken dönen çocuklarının bile izi vardı o devasa kollarda. Ne kadar mızmız ya da yaramaz olurlarsa olsunlar, her bir yetim için yeri vardı onun. Hiçbir çocuğunun aç yatmasına izin vermezdi. Ve eğer çocuklarından birine bulaşan olursa, onun kapısında biterdi hemencecik.

Hodbin koşulsuz sevginin ne olduğunu sadece onda görmüştü. O yüzden ailesi demekten utanmayacağı tek kişi de Dede'ydi. Birlikte büyüdüğü diğer piçleri ise hiç kardeş olarak görmemişti Hodbin. Belki bunun nedeni; hedefini arayan gözlerinin hep onların sahip olduğu şeylerde olmasıydı. Becerikli elleriyle hep en yumuşak battaniyeleri çalardı. Bazen kendisinin oynamasına izin verilmeyen oyuncakları kırardı. Paylaşmayı oldum olası hiç sevmezdi Hodbin.

Genç Ayakçı'ya göre onun olan onundu ve sizin olan da bir gün onun olabilirdi. Sadece onu ne kadar istediğine bağlıydı bu. Anlayacağınız, Gezginler gibi sürüsüne sadık ve birbirini ölümüne kollayan bir toplulukta, Hodbin gibi sadece kendisi için yaşayan birine yer yoktu. Bu yüzden olmalı ki Dedesi ona bu ismi vermişti ya zaten. Tonlarca çocuğuna hep en belirgin huylarını isim olarak koyar, ama hepsini olduğu gibi sahiplenirdi Dedesi. Etli butlu çocuğuna Balina, sessiz kızına Durgun, kavgacı oğluna Çatak ve diğerlerinin her güzel şeyinde gözü olan çocuğuna da Hodbin demişti işte böylece.

"Ne demeye çuvallarımı eziyorsun sen yine?" diye gürledi Dede.

Hodbin uzandığı un çuvalından başını kaldırarak adama sırıttı. Dede'nin İni'nin loş salonunda, bir sultanmış ve ipek minderlerinde yatıyormuş gibi rahatça yayılmaya devam etti.

"Beni özledin mi bakalım mendebur?"

"Kaya sıçanı görmek istesem limana inerim." diye homurdandı Dede oğlunu tersleyerek. Hodbin içten bir kahkaha attı.

HAİNİN MÜHRÜHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin