Arm
Arm, Lunu'nun uyuduğu döşeğin yanına, yere bağdaş kurarak oturmuş, kızın aldığı düzenli nefeslerini dinliyordu. Ellerini çilli yanağının altında birleştirip kendine yastık yapmış olan kız, sanki hayatlarında hiçbir şey değişmemiş, bilinmezin kollarına sürüklenmiyorlarmış gibi huzurlu görünüyordu. Bu o kadar şaşırtıcı değildi, çünkü Arm'ınki gibi gecelerine musallat olan canavarları yoktu onun. Uykuları sadece düşlerle dolu bir yolculuktu. Cehenneme dönen kâbuslar ise hep Arm'ın omuzlarında olurdu.
Arm gecelerinin zehirli geçmesine alışıktı aslında. Gündüzleri dünyayı nasıl parlak görüyorsa, geceleri inatla daha karanlıktı. Kalbinin içinden taşan yükleri onu uykusunda avlamak için bu karanlıkta pusu kuruyordu. Eskiden ızdırap yüklü canavarları çoğunlukla annesinin yüzüne bürünürdü ama artık kâbuslarının yeni bir yüzü vardı.
Gemi direğinden sürüklenerek götürülüp bir hücreye kapatıldıklarından beri hemen hemen her gece aynı kâbusa düşüyordu. Hep aynı şekilde başlıyordu bu karabasan. Önce şehrinin sokaklarında, gülümseyen Lunulata'yı takip ediyordu. Sonra kızın ela gözleri kocaman açılıyor, suratına panik dolu bir ifade yerleşiyordu. Gerilen çilleri yanaklarında savruluyordu. Kızın ne gördüğünü anlamak için arkasına baktığında kimse orada olmuyordu. Önüne döndüğünde Lunu'yu da kaybettiğini fark ediyordu. Her yere bakıyordu ama etrafta da kimsecikler yoktu. Ne kardeşi ne de başka bir insan. Sonra uzaklardan gelen bir çığlık duyuyordu. Tekrar dönüyor, Kaya Şehri'nin kocaman kayalıklarının tepesine kadar Lunu'nun peşinde koşan Lazlo'yu görüyordu. Kaçmak için çırpınan kardeşinin üstü başı yırtılmıştı ve her adımı diğerinden daha sarsaktı. Arm tüm gücüyle onlara yetişmek için koşuyordu. Kırmızı suratlı tekinsiz bir adam olan Lazlo kardeşinin üzerine atılamadan hemen önce onu yakalıyor ve sonra boğuşmaya başlıyorlardı. Lazlo'nun çılgına dönmüş gözlerine bakıyordu. Nefret doluydu o gözler. Adamı uçurumun kenarından itmeden hemen önce gözlerindeki öfkeyle karışık korkuyu içiyordu Arm. Lazlo düşerken onu da yakasından yakalayıp dipsiz sulara çekiyor ve karanlık sular onları yutarken Arm çığlık atmaktan başka hiçbir şey yapamıyordu. Uyandığında bunun sadece bir kâbus olduğunu sürekli kendine hatırlatması gerekiyordu.
Ama ne fayda.
Çünkü bu kâbus uyanınca bitecek türdeki kâbuslardan değildi. Gerçeğin ta kendisiydi de aynı zamanda.
Karabasanıyla gerçek arasında olan tek fark, Lazlo'nun Arm'ı da yanında götürememiş olmasıydı. Ama Arm onun düşmeden hemen önce yüzünde oluşan dehşeti görmüştü. İnsafsız kayalara çarptığında kırılan kemiklerinin sesini duymuştu. Parçalanmış bedeninden yayılan kan, denizi kızıla boyarken öylece bakakalmış, hiçbir şey yapamamıştı. Evet Kılıç'ın has adamı olan Lazlo'yu oldum olası hiç sevmezdi ama onu öldürmek istememişti.
Lazlo bir zorbaydı.
Kaba ve zalimdi ama bu onun böyle bir ölümü hakettiği anlamına gelir miydi?
Amansız bir dünyada yaşamak için amansız bir insan olmak gerçekten bir suç sayılır mıydı?
Arm bu düşüncelerine son veremiyordu. Lunu yan tarafında güvenle uyurken bunları unutabileceğini ummuştu ama yapamıyordu işte. Bazı kâbusların akıldan silinmesi öyle kolay olmuyordu.
Lunu için her şeyi yapardı. Yapmıştı da.
Belki bir gün ellerine bulaşan kanla yaşamayı öğrenebileceğini ümit etmekten başka bir şansı yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HAİNİN MÜHRÜ
AventureBinlerce yıl önce, insanların açgözlülüğü dünyayı tükettiğinde büyük bir tufan koptu ve Derin Deniz tüm dünyayı yuttu. İlk Dünya sular altında kaybolurken, İkinci Dünya dağlara sığınan az sayıda insanın yaşadığı Kaya Şehirleri olarak yeniden doğdu...