Aynadaki yansımama bakarken az önce yıkadığım saçlarımı kurulayıp kendimi tamamen odadaki müziğe adamış ve çalan telefonumu kendimden olabildiğince soyutlamıştım. Günleri ve hareketleri sınırlı bir insandım ben. Hayatımdaki herşeyin bir sırası ve süresi vardı.
İşim ve özel hayatımı bölerdim. İşim hayatıma ve hayatımda işime müdahil olmazdı. Kendim için ayırdığım anlarda ise iş yapmazdım. Hatta çalıştığımı bile unutur, işsiz bir mezun gibi bile davranabilirdim ama işte huyum kurusun fazla uzak kalamıyordum. Lanet olası aklımı sadece çalışarak meşgul edebiliyordum.
Ama yinede kendi sınırlarıma saygı göstermesini bilen bir insandım. Öyle ki telefonlarım dahi ayrıydı. İşte kullandığım telefonumu ve özel hayatım için kullandığım telefonu ayırmıştım. ikinci seçenek çok fazla kullanılmadığı için zorluk çekmiyordum. Ve saatlerdir otup duran telefon tam olarak iş için kullandığım telefondu. Müziğin sesini dahada artırırken banyodan çıkıp odama doğru yürüdüm. Gözlerim kısa bir süre yatağın üzerindeki telefonlara kaydığında yanılmadığımı anlamıştım. İş için arıyorlardı beni, yine.
Elimdeki havluyu kirli sepetine bırakırken odamdaki diğer kapıyı açıp giyinme odama geçtim. Fazla düşünmeden elime yeşil renk bir eşofman takımı alıp hızla üzerime geçirdim. Yeşili seviyordum. Gözlerimin rengiydi nede olsa. Üstelik giyindigim kıyafet gözlerimi geri plana atıyordu ve gözlerimin dikkat çekmiyor olması beni rahatlatıyordu.
Onlar kapalı kutumdular benim. Duygularımı bilen, onları yaşatan benden ayrı ruhlardı sanki. Onları insanlardan sakınmak istiyordum. Duygularımı kendime saklıyordum hep...
Giyinme odamdan çıkıp kendimi makyaj masamın önüne attım. Kuruyan saçlarımı tarayıp salık bırakırken yüzüme kısa bir öz bakım yapıp kolumdaki saatime baktım. Kendim için ayırdığım saatlerimden geriye sadece üç dakikam kalmıştı. Sonunda işe dönüyor olmanın verdiği rahatlıkla ayağa kalktım.
Ve hayır. Hala o telefonu açmaya niyetim yoktu...
Yatağın üzerindeki telefonlarımı alıp odamdan çıktım. İlk hedefim ilk kattaki ortak salondu. Adımlarım salondaki sehpayı bulduğunda hızlı hareket edip dosyaları aldım. Bir yığın şey göndermişti Pusat. Hiç duraksamadan bu defa çalışma odamın olduğu kata doğru yürüdüm.
Kaldığım ev, ne kadar ev debilebilirse, üç katlıydı. En üst katta çalışma odam, yatak odam, kafa dinlemek için ayarladığım bir hobi odam, sinema odam ve saçmada gelse bir karaoke odasından oluşuyordu. Ekstradan iki yatak odası vardı katta ama onlar uzun zamandır kullanılmadığı için umursamıyordum ve hala aklıma onlar için yaratıcı bir fikir gelmemişti.
İkinci katta ise misafir odaları, acil durumlar için hazırladığım bir toplantı odası, büyük bir teras, dört yatak odası,tamamen benim için ayarlanmış bir salon,yedek bir giyinme odası ve tamamen benim olan bir oda oluşturuyordu. Bu odayı kendi katıma almamıştım çünkü ne kadar benim olsada beni iten şeylerin olduğunu hissettiriyordu. Derinlerde ki çoğu şeyi yüzüme vurduğunu bile düşünürdüm çoğu zaman...
Birinci kat ise basitti. Salon, koca bir mutfak, iki yatak odası ve geniş bir hole sahipti.
Çalışma odamın önüne geldiğimde saatimde ki kodu okutup kapının şifresinin çözülmesini bekledim. Bu arada göz ucuyla da elimdeki dosyalara bakmayı ihmal etmiyordum. Odaya girip dosyayı masanın üzerine bırakarak cama doğru yürüdüm. Uzun camları açarak odanın havalanmasını sağlarken tekrar masama döndüm. Kendimi koltuğa bırakırken özel hayatımda kullandığım yada kullanamadığım telefonu masanın çekmecelerinden birine atarken diğer telefonu açıp arama geçmişine baktım. İki isim doldurmuştu tüm geçmişi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DİLSİZİN ÇIĞLIĞI
RomantikHaykırışları, feryatları kuru kahkahalarla televizyon şovlarının gürültüsüyle bastırılmış bir çocuktu Aymergen. Çok şey aldılar ondan. Çok şey gitti ondan. Konuşmaya korktu o. Hep ağladı, bağırdı, çağırdı belki ama onun yangını hep içindeydi. Ta ki...