Çalan alarmım bir kez daha beni uyandırmak için fazlasıyla geç kalmıştı ama sırf çalan melodiyi dinleyebilmek için sesini kapatmıyordum. Müzik her zaman en büyük arkadaşım olmuştu benim ve buna sabahlarda dahildi.
Bugün yürüyüş yapmak için dışarı çıkacaktım. Daha sonrada Mardin'de ki son haftamı güzel geçirebilmek için bir gezi planı ayarlayacaktım. Siyah sıfır kol bir badi, beyaz önden bağlamalı spor bir gömlek, beyaz bol paça bir eşofman altı giyinerek kombinlemiştim kıyafetlerimi. Beyaz bir spor ayakkabı, siyah bir şapka ve kulaklıklarımıda aldıktan sonra odamdan çıktım.
Demir burada biraz daha kalacağımı duyduktan sonra bana daha rahat olmam için bir araba ayarlamıştı. Otelden çıktıktan sonra elimdeki anahtarla Demir'in ayarladığı arabayı ararken sarı bir jipin önünde durdum. Elimdeki anahtar arabayı açtığında Demir'in zevkine bir kez daha lanet ediyordum.
Sarı jip nedir ya?!
Daha fazla zaman kaybetmeyip lüks jipe bindim. Saat daha beş bile olmadığından gün bile tam ayamamıştı. Boş yollardan faydalanıp arabamı hızla sürdüm. Yollardan kayarcasına ilerlerken telefondan bulduğum bir yürüyüş parkına doğru sürüyordum. Haritadaki parkın girişine geldiğimde saat beş olmak üzereydi. Arabayı park edip kulağımdaki müzikle parka doğru yürüdüm.
Geniş ve güzel bir arazisi vardı parkın. Saat beş buçuk oluncaya kadar parkın içerisindeki yolda yürüyüp durdum. Artık sıkıldığımda yoldan çıkıp, arazisinin içinde bulunan ağaçların arasına daldım. Ne kadar yürüdüm bilmiyordum ama baya bir ilerlemiştim. Hatta artık yürüyüş parkının arazisinde olup olmadığımı bile bilmiyordum. Güzel bir yere gelmiştim. Küçük bir dere vardı ve ormanı ikiye ayırmıştı.
Gördüğüm manzarayla ayaklarım duraksarken gülümsedim. Karşımda bir salıncak vardı. Etrafı çiçeklerle dolup taşıyordu. Salıncağın hasır ipten oluşan kulpları siyah ve pembe kurdelelerle süslenmişti. Ahşap oturağıda sanki daha yeniymiş gibi gözüküyordu. Gülerek salıncağa doğru yürüyüp oturdum. Ayaklarımın yerle temasını kesmezken kendimi hafif hafif sallamaya başladım. Kulağımdaki müziğin sesini artırırken kafamı hasır ipe yaslayıp gökyüzüne baktım.
Hava daha yeni açtığı için gökyüzü masmavi bir hale bürünmüştü. Bulutsuz bir hava olduğundan gökyüzü tüm çıplaklığıyla karşımdaydı. Gülümseyerek kafamı indirmiştim ki gördüklerimle duraksamak zorunda kaldım. Şu an oturduğum salıncağın tam karşısında bir salıncak vardı. Tıpkı oturduğum salıncak gibiydi ama aynı zamanda farklı hissettiriyordu.
Salıncaklar birebir aynı gözükse de karşımda duran salıncak daha eski ve yıpranmıştı. Anladığım kadarıyla onun kurdelaları mavi ve siyahtı. Kurdelelerin kumaşları yıpranmış ve kirlenmişti. Salıncağın tahtasıda kararmıştı ve hasır ipler fazlasıyla eskimişti. Üstelik salıncağın kurulu olduğu ağaçların etrafı çöplerle kaplıydı. Salıncaklar doğrudan birbirine bakacak şekilde konumlandırılmış gibiydi.
Fazlasıyla ilgimi çekmiş olsada salıncağa bakmak dışında hiçbir şey yapmadım. Bir süre sonra karşımdaki salıncağın incelemekten sıkılıp tekrar önüme döndüm. Düşünecek o kadar çok şeyim varken eski bir salıncakta takılı kalmam bile fazlasıyla saçmaydı zaten. Dağılmış gibi hissediyordum. Derin bir nefes aldım.
Aklım hala Jian'ın söyledikleriyle doluydu. Besra hakkında, Beyoğlu hakkında duyduklarımla ne yapacağımı düşünüp duruyordum. Ortada verilmiş bir söz vardı. Benim, Beyoğlu'na verdiğim söz. Belkide geçmişimde hatırlamak istediğim tek şeydi. Titrek bir nefes dudaklarımdan firar ederken ayaklarımın hemen dibinde gördüğüm gölgeyle duraksadım. Omurgamdan aşağıya titrek bir hisin indiğini hissederken ürpererek oturduğum salıncaktan kalkıp arkamı döndüm.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DİLSİZİN ÇIĞLIĞI
RomanceHaykırışları, feryatları kuru kahkahalarla televizyon şovlarının gürültüsüyle bastırılmış bir çocuktu Aymergen. Çok şey aldılar ondan. Çok şey gitti ondan. Konuşmaya korktu o. Hep ağladı, bağırdı, çağırdı belki ama onun yangını hep içindeydi. Ta ki...