six

71 15 17
                                    

"soobin, yemin ederim böyle birisi değilim. sana asla zarar vermem fakat..." yeonjun soluk soluğa nefeslerini aldı, ciğerleri ona yardımcı olmadı. bu esnada zeminden keskin bir cam parçası kaptı ve cümlesine devam etti. "kendime güvenmiyorum."

soobin yutkundu, nefesini tutarken yeonjun'un davranışlarını işledi. ilk defa yeonjun'un ona zarar vereceğini düşünerek oradan kaçmak istedi. ancak kan damlaları yeonjun'un bileğinden sızmaya başladığında nefesi aksadı, yeonjun'un ona zarar vermek yerine kendisine zarar vermeyi seçtiğini gördü.

zemindeki milyonlarca kırık cam parçası arasından koşarak ayrılma fikri, yeonjun'un dizleri üzerine düşmesi ile kesintiye uğradı. çok hasta, kırgın ve zavallı görünüyordu. doğrudan soobin'in gözlerine bakmayı durdurmadı ve aynı şekilde, soobin'de onun gözlerine bakmaktan başka bir şey yapamadı.

dizleri üzerine düşmüş genç adamın dudakları hafifçe yukarı kıvrıldı. avucundaki cam parçası bileğini daha derine yararken beyni, bundan çok daha fazlasını hissetmek için çığlık atıyordu, hiç durmayan kırmızı bir sirenin zili gibi. alışılmadık ama bir o kadar da tanıdık mutluluk zihninde dallanmaya başladı, kan damlaları süzülmeye devam ettikçe adrenalin hızlı ve daha hızlı bir şekilde salgılanmaya devam etti.

diğer eliyle vazonun kırılmış, keskin parçalarından birini tutarken dikkatini yaralı bileğine vermek için soobin ile göz kontağını kesti. gözlerinin yüzeyindeki kan damarları kırıldı, beyaz kenarlarına resmen kırmızı rengini verdiler. "ne hissetmem gerekiyor?" yeonjun kendi kendine mırıldanmadan önce çekindi, bu soobin'in duyması için söylediği bir şey değildi. "nasıl tepki vermeli, hangi duyguyu taklit etmeli..." başını duvara yasladı, birkaç anıyı anımsamak için kendine zaman verdi.

"anne. babama ne oldu?" yeonjun annesine sordu, bir hastane odasında uyandıktan bir süre sonra sorduğu ilk soru bu oldu.

neredeyse yirmi dört saat sonra uyanan gözlerini kör eden beyaz bir tavan, beyaz duvarlar, beyaz çarşaflar ve beyaz makineler tarafından selamlanmıştı. bütün bir gün sonunda nihayet bilincini geri kazanmış ve bulanık bakışları, saçlarını usulca okşayan annesinin hüzünlü suratıyla buluşmuştu.

gözlerini açar açmaz ağzındaki oksijen maskesini çıkarmış ve annesine bu soruyu sormuştu, babama ne oldu?

annesi ona cevap vermeden önce kafası karışmış bir şekilde düşündü, "onun hakkında mı endişeleniyorsun? tüm bunlara rağmen mi?" gözlerinde tutuşan umut, yeonjun'un bir ihtimal normal bir çocuk gibi endişendiği düşüncesi ile parıldadı.

yeonjun'un cevabını işittiğinde gözlerinde kıvılcım alan umut kırıntıları kül oldu. "hayır, ölü bedeni hakkında endişelendim. eğer ölmüşse bu seni katil yapar. aslında, bunu kendini korumak için yapmıştın, dolayısıyla bu seni katil yapmaz. her neyse, onun bedenini yakıp tüm kanıtları ortadan kaldırdın mı?"

kurumuş dudakları büzüldü, ufak oğlunun olanlara ve tüm bu dehşet verici duruma bu kadar kolay ayak uydurmasını beklememişti. en azından küçüğünden alacağı ilk sorunun ona dair olmasını bekledi, anneciğine "iyi misin?" diye sorarken sesinde saf bir telaş tonu duymayı çok istedi.

"sana bunları kim öğretti merak ediyorum." bayan choi fısıldadı, oğlunun yumuşak yanaklarını avuçladı ve onları okşadı.

"kendim. bazı polisiye filmleri ve öyle şeyler." yeonjun ufak bir kıkırtı sonrası aynı şekilde fısıldadı. alnını genç kadınınkine yasladı ve gözlerini kapattı, birkaç saniye huzur buldu. o esnada bayan choi'nin aklında hayati bir fikir belirdi, suratı giderek soldu. genç kadın gözlerini yavaşça araladı ve oğlunun da giderek aralanan irislerine bakarken mırıldandı, "ben... birini öldürdüm canım, teslim olmalıyım."

peppermint soda, yeonbinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin