Bölüm | 42

11.6K 669 153
                                    

AŞM| Bölüm: 42

Dibe o kadar batmışım ki; sanki hiç düze çıkamayacakmışım gibi, sanki hiçbir zaman gülemeyecekmişim gibi, öylece, karanlığın içinde bitecekmişim gibi... Bitecek miydim?

Anna Meryem AKSEL

Kızımı kucağıma aldığım zaman anne oldum, sanıyordum. Nitekim onu dokuz ay karnımda taşımış, çok zor şartlar altında dünyaya getirmiştim. Kabul yaşadıklarım kendi seçimlerimin sonucuydu, ancak yine de kolay değildi hiçbiri. Cezaevinin küf kokulu banyosunda, birkaç metre ötemde bir cesetle bakışarak doğum yapmıştım ben, daha kötü ne olabilirdi ki? Her şeye rağmen kızımı kollarımın arasında aldığımda, işte o an çektiğim tüm acılar silinip gitmişti. Küçük meleğimle geçirdiğim o anlar ömrümün en güzel anlarıydı. Onu koklamak, sarıp sarmalamak, onu göğsümden akan sütümle doyurmak... Tüm bunlar bana anne olduğumu hissettirmişti. Öyle ki kızımı ardımda bırakıp gittiğimde de anneyim sanmıştım. Meğer ne çok yanılmışım...

Bunu, geçip giden şu üç haftalık süreçte çok iyi anlamıştım. Anne olmak için bir bebeği taşıyıp doğurmak yeterli değildi, ne yazık ki! Bıkmadan, usanmadan ona baktığında, gecenin en tatlı uykusunu tereddüt dâhi etmeden onun için terk ettiğinde, kendinden önce minik bir bedenin ihtiyaçları için koşturduğunda ve onu kendinden bile sakındığında anne olunuyormuş. İsrâ'yla anne olsam da bana anne olduğumu hissettiren kişi, Emir Han oldu. Çok kısa bir zaman dilimiydi üç hafta, ancak gecemi gündüzümü birlikte geçirince, o üç hafta çok fazla anlam taşıyordu. Karnı acıktığında ağlama şekliyle, altı pis olduğunda ağlaması farklıydı. Gazı olduğunda o ufak bedeniyle kıvranması, kucağında gezdirdiğinde mayışması ve uykuya dalmadan önce kısık bakışlarıyla seni izlemesi...

Kızımla tadamadığım tüm o güzel duyguları minik, çok ama çok özel bir bebekle tatmak, hiç hak etmediğim hâlde bu hayatın bana verdiği ikinci bir şanstı. Bunun farkındaydım ve onu kucağıma her aldığımda tekrar tekrar şükrediyordum. Oysaki bir zamanlar isyanım eksik olmazdı dilimden! Görmüyor musun çaresizliğimi, diye bas bas bağırdığım o günleri...

Onu kucağıma bırakıp artık sen bakacaksın diyen adama ağzıma geleni saymıştım o gün. Yapamam, bakamam demiş, ortalığı ayağa kaldırmıştım. Alın şu bebeği diye uzattığım her birey bana arkasını dönünce öylece kalakalmıştım. Kollarımın arasında bir bebekle, ne yapacağımı bilmeden oturup kalmıştım salonda. Beni silkeleyen, kendime gelmemi sağlayan şey Seyyid Han'ın kollarının arasında tasasız bir şekilde oturan, ona babam diye seslenen ve sevdiği kadar sevildiğini hisseden kızımdı. Rahşan Hanım'a o noktada hak verdim, bunu Seyyid Han'a borçluydum. İlk birkaç gün Züleyha'yı mecbur bıraktığı için oğlunu ardında bıraktığını düşünmüş, hakkım olmasa da Seyyid Han'a kızmıştım. Ancak gerçek bu değildi. Züleyha boşanma kararından sonra kendi gitmek istemişti. Önüne iki seçene sunulmuştu; ya oğlunu ardında bırakıp gidecek ve dilediği yerde hayatını yaşayacaktı ya da kendini oğluna adayacak, her şeyi ardında bırakacaktı, bilhassa ailesini. Seyyid Han'ın belirlediği yerde, onun gözetiminde oğlunu büyütecekti. Oğlunu bırakıp gitmek Züleyha'nın kendi tercihi olmuştu. Tıpkı benim bir buçuk yıl önceki tercihim gibi. Onu yargılamıyordum, çünkü yanlış seçimleri yapan bir tek o değildi. Ben de çok büyük yanlışlar yapmış, en olmayacak kararları alıp hayatımı mahvetmiştim ve ne yazık ki bedeli çok ağır olmuştu. Masum olduğumu iddia etmedim hiçbir zaman, ancak tamamen kötü olduğum da söylenemezdi. Ben sadece kendini kaybetmiş biriydim. Kaybolduğum yerde doğruyu yanlış yerlerde bulmaya çalışmıştım.

Kendimi tamamen yitirdiğimi, karanlığa dibime kadar battığımı ve o karanlığın içinde etrafa kötülük saçmaktan daha fazlasını yapamadığımı, kendi mutsuzluğumu başkalarına öfke kusarak gidermeye çalıştığımı, ne zaman mı fark ettim? İşaret parmağımı çepeçevre saran o küçük elin sahibine gece gündüz baktığımda anladım. Fark ettim ki ben yaşamıyormuşum, yalnızca yaşadığımı sanıyormuşum. Kabul ediyorum, doyumsuz ruhum beni çok fazla yanlışa sürükledi, çok fazla hata yaptım, en dibi gördüm ve bir daha çıkmayacağıma sonsuz derecede inandım. Nitekim ruhumun kirini temizleyebileceğime inanmıyordum. Ta ki kollarımın arasına bırakılan o masum bebeği kalben hissedinceye kadar. Sizi temin ederim ki, Emir Han'ı hissederken, onu yaşarken, onunla zaman geçirirken, günahlarımdan arındığımı hissediyordum. Sanki günahlarım usulca beni terk ediyormuş gibi, sanki her geçen gün ruhum bulandığı kirden yıkanıyormuş gibi, o kapkara kalbim huzurla doluyormuş gibi, tüm kötü hislerim beni terk ediyormuş gibi...

ALABORA | Şah & Mat ✔Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin