Bölüm | 43

10.2K 623 208
                                    

AŞM| Bölüm: 43

Kör bir kuyuda yitirmiştim ben aslımı. Bir avare gibi yaşayıp gidiyordum ta ki o kara gözlerde gördüğümde benliğimi. Ne vakit o kokuyu soludum o anda buldum kendimi. Ne vakit o sesi işittim o dem de açtım gözlerimi. Bir kadının nefesinde soluklandığımda anladım ben canı, cananı... Nefis dediğin riyayla, hakikatli kara sevdayı.

Seyyid Han CİHANŞAH

Ölümle ilk kez burun buruna gelmiş değildi. Kendini bildi bileli ölümün soğuk yüzünü ensesinde taşımıştı. Eh, hayatı bıçak sırtında kurulmuştu bir kere, isyan etse neye yarardı? Ölümle tanıştığında henüz on yaşında bir çocuktu. Bir sabah evden çıkıp giden babasını, ertesi sabah tabutuyla evden çıkarıldığını gördüğünde tanışmıştı. Ölüm diye bir hakikat vardı ve en sevdiklerini ondan çalıyordu.

Kaybı bununla sınırlı kalmamıştı pek tabii. Yıllar geçmişti üzerinden bu sefer de abisinden farksız gördüğü adamı, ablasının eşi Asaf Hanzade'yi kaybetmişti. Ardında iki küçük çocuk ve acılı bir eş bırakarak göçüp gitmişti bu dünyadan ve nihayetinde, sevdiğim dediği kadının ihanetinin soğuk yüzüyle tanıştığında, baba yerine koyduğu ağabeyini yitirmişti. Ağabeyini kaybettiğinde yirmi üç yaşında toy bir delikanlıydı, Seyyid Han. Koca bir ailenin sorumluluğu omuzlarına yük olmuş, daha kendini bilmezken, babasız kalan dört çocuğa baba olmak zorunda kalmıştı. Dile kolaydı aradan on altı yıl geçmiş demek, gel gör ki acısı ilk gün ki gibi tazeydi yüreğinde. Yeğenlerine her baktığında kabuk tutan yaraları kanamıştı her seferinde. Yitirdiği çocukluğunu yeğenlerine vermek istemişti, babalarının eksikliğini hissettirmemek için elinden geleni yapmıştı ve nihayetinde bugününe gelebilmişti.

Birileri için değil de ilk defa kendi için yaşadığını hissedeli ne kadar oluyordu ki?

Bir buçuk yıl, koca bir ömre karşın yarım yamalak yaşadığı bir buçuk yıl... Nasıl yetecekti ona? Deli dolu, dik kafalı bir kadının büyüsüne kapılıp, yaşamı yeniden seveli, gam ve kedere boğulmuş ömrünün içinde bir zerreydi sadece. Nitekim yıllar sonra ah çekmeden nefeslenmişti. Gelgelelim kara yazgısı peşini bırakmamış, bir kez daha silkelemişti onu. Mutluluk ona çok görülmüştü ve belli ki hep görülecekti. Kollarının arasında cansız yatan kadını izlerken çaresizliği iliklerine kadar hissediyordu, Seyyid Han Cihanşah. Ona can olan kadın kollarında can çekişiyordu ve kendisi izlemek dışında hiçbir şey yapamıyordu. Çekip alabilse acısını, hiç düşünmez kendini feda ederdi. Meryem için kendi canını daha önce de hiçe saymıştı, bir kez daha yapardı ve gerekirse binlerce kez daha feda ederdi. Lâkin faydasızdı, Azrail'in pazarlık yaptığı nerede görülmüştü.

Yara bensem derman sensin, demişti bir keresinde ona. Çok çok önceden, henüz ona bu denli vurulmamışken, yine de yüreğinde yer edinmeye başlamışken... Şifa olarak gördüğü kadının yarasına merhem olabilir miydi ki bu saatten sonra?

"Beyefendi, müsaade edin. Lütfen kenara çekilin, bize engel oluyorsunuz. Beyefendiyi alır mısınız? Hastaya müdahale edemiyoruz, lütfen yardımcı olun bize. Alın beyefendiyi!" Kollarının arasında tutmakta ısrarcı olduğu kadını vermemek için direniyordu nafile bir çabayla. Birbirine karışan sesleri duyuyor olsa da şuurunu yitirmiş olduğundan tepki veremiyordu ne yazık ki. Nihayetinde kendinde olsaydı eğer sağlık personellerinin işlerini yapmasına engel olmazdı. Birilerinin, "Seyyid Han Bey," diye seslendiğini duyar gibi olduysa bile, dönüp de kim diye bakamadı. Kollarından tutularak geriye doğru çekildiğindeyse onu çekiştirene engel olamadı, engel olabilecek güçte değildi. Bakışlarının tek bir hedefi vardı, sedyenin üzerinde bilincini kaybetmiş bir hâlde yatan kadın. Gözlerini kırpmadan izlediği bedeni ağır ağır tararken donuk gözlerinden akan gözyaşları ardı ardına sıralanıyordu. Üç kurşun yarası taşıyordu zarif bedeninde, vurgun yediği kadın. İkisi karın bölgesinde, bir tanesi sol göğsünün üzerinde...

ALABORA | Şah & Mat ✔Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin