beomgyu için işler evi terk ederken aklında canlandırdıklarının aksine iyi gidiyordu aslında. kang ailesinin bütün üyeleri misafirperver insanlardı. taehyun üstüne titriyordu, annesiyle yakın arkadaş olmuşlardı, dedesi de anlayışlı ve hoşsohbetti.
günlerini hiç olmadığı kadar verimli geçiriyordu. sabahları taehyun'la birlikte uyanıp spor yapıyor -yapmaya çalışıyor- taehyun'un okuldan dönmesini beklerken annesinin işlerine yardım ediyor, sonra da garip televizyon dizileri izlerken eşlik ediyordu ona.
taehyun'u beklerken evde yapacak bir şey bulamadığında odasındaki eşyaları karışıtırıp kitaplarını okuyordu. derslerden ve telefonundan uzaklaşmak ona iyi gelmişti ve ilginç bir şekilde kaygıları azalmıştı.
kanlıdağ'ın her şeyden çok akşamlarını sevmişti beomgyu. kendisi nasıl taehyun'a kızıl kasaba'yı gezdirmişse taehyun da akşamları bu küçük kasabanın her noktasını gösteriyordu ona.
beomgyu'nun büyüdüğü yerden daha sakindi bu el değmemiş kasaba. kanlıdağ'ın eteklerinde; gölün, ormanın ve dağın birleştiği yerde tam bir doğa harikasıydı. taehyun'a göre şehirdeki kadar olmasa da kızıl kasaba'da da gidilecek yerler bol olduğundan kızıl kasaba buradan daha yaşanılırdı ama beomgyu katılmıyordu. burada insan, oturup sadece manzarayı seyrederek bile güzel vakit geçirebilirdi.
kang ailesinin beomgyu'ya kucak açışı, beomgyu'nun eski hayatının monotonluğundan biraz olsun uzaklaşabilmiş olması, kasabanın güzelliği gibi etkenler elbette ona burayı sevdiriyordu fakat her şeyden önemlisi taehyun'un, sürekli yanı başında olmasıydı. ona sahip olduğu için öyle şanslıydı ki... bir saniye bile yalnızlık çekmemişti bu yabancı evde.
aralarında ne olduğunu bilmiyordu, evdekilerden çekindiği için ona karşı umduğu kadar cesur da davranamıyordu. açıklanması zor bir ilişki içersindeydiler ve bu durumdan şikayetçi oldukları da söylenemezdi.
tüm bu sebeplerden dolayı, geleceği düşünmeden ana odaklanırsa günleri gayet güzel geçiyordu beomgyu'nun. yine de korkuları yok olup gitmiş değildi. aman geleceği düşünüp kendimi strese sokmayayım diye diye hayal kurmaz olmuştu. olacakları erteleye erteleye nereye kadar keyfini çıkaracaktı şimdisinin? korktuğu ihtimaller bir gün yaşanacaktı, o zaman ne yapacaktı beomgyu?
içindeki bir diğer sızı da arkadaşlarına duyduğu derin özlemdi. onsuz ne yapıyorlardı, onu arıyorlar mıydı öyle çok merak ediyordu ki beomgyu... yeonjun hyung kuzeni olmanın ötesinde doğduğundan beri en yakın arkadaşı ve kapı komşusuydu. üniversite için kasabadan ayrılana kadar her gününü beomgyu'nun yanında geçirmişti. soobin hyung ve kai'yi de 10 yılı aşkındır tanıyor ve öz abisini sevdiği gibi seviyordu. olur da belirsiz geleceği yüzünden onları bir daha görememek zorunda kalırsa ne yapardı hiç bilmiyordu.
arkadaşlarıyla konuşmayı denemedi. istese taehyun'un telefonunu alıp bir şekilde ulaşırdı onlara. ilk günlerde hem babasının onu bulmasından korktuğu için hem lekeli olduğunu öğrenirlerse nasıl tepki vereceklerini kestiremediğinden istemedi ulaşmayı. günler geçtikçe babasına duyduğu korku yavaş yavaş terk etti beomgyu'nun kalbini, yerini arkadaşlarına haber vermeden kaçmanın pişmanlığı ve acıya bıraktı.
bunları düşünmek canını yaktığı için güzel şeylere odaklanmaya çalışıyordu. birazdan taehyun eve gelecekti, her gün dakikası dakikasına aynı saatte gelirdi. beomgyu da onun eve yaklaştığı saatte cama çıkıp gelişini izlerdi. camdan bir şeyleri izlemek beomgyu'nun huyu haline gelmişti anlayacağınız.
taehyun sokağın başında gözüktüğünde beomgyu bütün dertlerini unutuyordu. bir anlığına dünya o ikisinden ibaret oluyordu. kendisini evlilermiş de taehyun'un işten dönmesini bekliyormuş gibi hissediyor, fena halde heyecanlanıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
tanrı çoktan unuttu bizi
Fanfiction"kan gökle yer değiştirir, bildiklerini unutursun. bazen görmek için gözü kapatmak gerekir." ya da insanların temizler, lekeliler ve lekesizler olarak üçe ayrıldığı bir dünyada temizseniz her şey yolunda fakat eğer değilseniz işler o zaman zorlaşır...