"sen bu şerefsizle lekeni mi böldün?"
babasının beomgyu'yu kendisine çekip, tişörtünden lekesini görmeye çalışarak söylediği şey üzerine taehyun adamı var gücüyle itip bağırdı:
"sen ne biçim babasın be! bir aydır görmüyorsun oğlunu aklına ilk gelen şey bu mu?"
dedesi taehyun'u kollarından tutup sakinleştirmeye çalıştı. "akıllı dur oğlum." dedi onu susturmak için fakat bu dediği taehyun'u daha da çileden çıkardı. beomgyu'yu babasından kurtarmak için dedesiyle boğuştu genç çocuk ama annesinin yardımını alan adam kolayca alt etti onu.
ağlamaklı sesiyle "beomgyu'yu o adamla yalnız mı bırakacağız?" dedi annesiyle dedesi onu eve sokmaya çalışırken. şimdi çaresizlik ve suçluluk duygusu içini yiyip bitiriyordu, sevgilisini o şeytana kendi elleriyle getirip teslim etmişti resmen.
"bırakalım beomgyu babasıyla konuşsun biraz." dedi dedesi "babasıyla" kelimesine vurgu yaparak.
ne demeye çalıştığı açıktı. sırf o pislik, beomgyu'nun babası olduğu için onun beomgyu'ya yaptıklarına karışmak ne taehyun'a ne de dedesine düşecekti. elleri kolları bağlı bekleyeceklerdi evde. taehyun bu kasabadan da geleneklerinden de etiyle kemiğiyle nefret ediyordu.
"oğlum allah aşkına dönüp durma başımda, otur yanıma hadi."
taehyun annesinin söylediğini umursamadan oturma odasının bir ucundan diğerine yürüyüp duruyordu. sinirden ve "ya beomgyu'nun başına bir şey gelirse?" korkusundan elleri ayakları titriyordu.
çok değil birkaç dakika sonra dışarıdan araba çalıştırma sesi geldi, taehyun beomgyu'ya bakmak için cama koştu ama ön kapının boş olduğunu ve gri arabanın ormana doğru uzaklaştığını gördü. anlamıştı çocuk; o şerefsiz, arabasına beomgyu'yu da bindirmişti.
"beomgyu'yu götürüyor!" diye haykırdı kapıya koşarken. arabanın arkasından gücü tükenene kadar koştu ama yetişemedi. dedesine bağırdı boğazını yırtmak ister gibi: "nasıl izin verdiniz?" dedi ağlarken. "nasıl bıraktınız?"
dedesi onu belinden tutup çekmeye çalıştı ama gözü dönmüştü taehyun'un. kendisinden geçmiş gibi ağlıyordu. beomgyu nasıldı kim bilir... onu o adamla gönderemezdi, yapamazdı bunu. kalkıp dedesinin arabasına koştu, dedesi ve mahalledeki adamlar zar zor engellediler arabaya binmesini. bunu neden yapıyorlardı anlamıyordu taehyun, neden izin vermiyorlardı sevgilisini kurtarmasına?
bu sırada gitmekte olan arabanın ön koltuğunda oturan beomgyu da taehyun'la aynı şeyleri düşünüyordu. babasının nasıl hâlâ onu kontrol edebildiğini, ona nasıl sinirlenebildiğini anlayamıyordu. kızması, öfke kusması gereken kendisi değil miydi? babası, kara büyüyle lekesini gizleyip hayatını mahvettiği oğlundan ayaklarına kapanıp özür dilemesi gerekirken; sevgilisiyle vedalaşmasına, eşyalarını toplamasına bile izin vermeden bindirmişti onu arabaya.
yanında sadece bir iki parça kıyafet koyduğu sırt çantası ve parasının bir kısmı vardı. diğer her şeyi, hayatta en sevdiği insan da dahil, en çaresiz anında sığındığı o evde kalmıştı. anlayamıyordu, taehyun'un dedesi "gitmek istemiyorsan gitmeyeceksin." dememiş miydi ona? gitmek istiyor gibi mi görünüyordu?
hıçkırıklarını babasına duyurmamaya çalışırken gözlerini kaplayan gözyaşları yüzünden bütün yolu önünü göremeden geldi. kızıl kasaba'yı özlemişti, yalan yok ama bu şekilde dönmek yerine buraya bir daha hiç gelmemeyi tercih ederdi.
evinin, artık evi olmayan bu yerin, önüne geldiklerinde bütün ailesinin, arkadaşlarının kapıya dizildiklerini gördü. sanki beomgyu'ya özel bir geçit töreni düzenlenmişti. babası onu arabadan indirir indirmez annesi kucakladı beomgyu'yu. o da ağlıyordu.
"oğlum, güzel yavrum benim!"
beomgyu annesinin sarılışına karşılık vermeden bekledi. bu kadın her ne bahaneyle olursa olsun bunca yıl babasına yardım ve yataklık yapmıştı, şimdi de beomgyu onun yüzünden sevgilisinden koparılıp getirilmişti buraya. evet, kokusunu özlemişti annesinin, şefkatini de, taehyun'un annesi nefis yemekler yapıyordu ama yemeklerini de çok özlemişti. yine de sarılmadı ona.
sıra abisine geçti sonra, adam onu kollarının arasına alıp saçlarını karıştırdı. "aferin sana bücür," dedi. "iyi saklandın bugüne kadar."
beomgyu abisi kendisini gerçekten takdir mi ediyor yoksa onunla dalga mı geçiyor anlayamadı. acıyla hıçkırınca "şş, ağlama." dedi taehyung. "kurtaracağız seni, merak etme."
beomgyu kurtarılacak gibi hissetmiyordu hiç, her şeyin sonuna gelinmiş gibiydi. eski hayatına geri dönecekti, kimse de buna müdahale edemeyecekti. üstelik artık temiz kasabasının tek lekelisiydi ve bununla başa çıkabilecek güce hiç ama hiç sahip değildi.
abisinden sonra yeonjun hyung'la göz göze geldiler. kuzeni sarılışına karşılık verdiği ilk kişi oldu. "hyung." dedi ağlayarak, devamını getiremedi. yeonjun'un ağlayışı da en az onunki kadar şiddetliydi. "neredesin sen beomgyu?" dedi, suçlar gibi değil, ona kıyamaz gibi.
bundan sonrası beomgyu için buğuluydu, kapıda aralarında soobin ve kai'nin de olduğu birkaç kişiye daha sarılıp odasına çıkarılmıştı. nefes alamadığını hatırlıyordu. annesinin onun için en sevdiği yemeği hazırladığını ama beomgyu'nun yemeği yer yemez kustuğunu hatırlıyordu. telefonunu sattığı için babasından yediği azarı, abisinin babasına bağırdığını, annesinin "kavga etmeyin artık!" diye kızıp herkesi susturduğunu hatırlıyordu.
"oğlum geldi." demişti kadın. "beomgyu'm geldi, gerisi önemli değil."
nasıl da yalan söylemişti. gerisi o kadar önemliydi ki... babası ona eskisi gibi her hareketini kontrol edebilmek için sadece arama yapılabilen tuşlu bir telefon verdi, yabancı bir numarayla yapacağı her türlü görüşmeden anında haberi olacaktı. beomgyu'nun gözündeki bakışı görmüş olmalıydı ki kendisini savundu bir de utanmadan: "ben her şeyi seni korumak için yapıyorum." keşke korumasaydı beomgyu'yu. keşke bıraksaydı da yaşasaydı çocuk.
ertesi gün hiçbir şey olmamış gibi okula gönderildi. babası devamsızlıklarını sildirdi. öğretmenlerine ailevi bir meseleden dolayı kasaba dışında olduğundan 1 aydır okula gelemediğini tekrar tekrar açıkladı. 1 aylık birikmiş konunun yükü de omzuna bindi ama umrunda değildi. artık temizlerin arasında büyü yapamayan tek kişi olduğu için diğer derslerinde öne çıkması gerekmiyordu. görünmez olmamak için başarılı olmak gibi bir derdi yoktu bundan sonra. ne dersi dinledi, ne teneffüse çıktı. bütün gün gözünü diktiği tek bir noktaya baktı sadece.
babası, oğlunu ayarttığı için her şeyin sorumlusunun taehyun olduğunu düşünüyordu. lekesinin gizlendiği fikrini de o sokmuştu oğlunun kafasına, bundan adı gibi emindi. bu yüzden beomgyu'nun evden yeniden kaçabileceği, taehyun'la konuşabileceği her türlü yolu ortadan kaldırmaya ant içmişti. önce okuldan herhangi bir arkadaşı beomgyu'yu o çocukla görüştürecek olursa buna engel olsunlar diye öğretmenleri görevlendirdi. sonra odasının iki penceresine de korkuluk taktırdı. parası ve nüfuzu olduğu için her istediğini yapabilmesinden o kadar midesi bulanıyordu ki beomgyu'nun.
hayatı bir şekilde lekesinin gizlendiğini ilk öğrendiği zamanlardan bile daha kötü ve çekilmez bir hal aldı. o zaman da zorlanmıştı, evet, o zaman da nefes alamıyordu ama yanında taehyun'u vardı en azından. biricik aşkı, en kıymetlisi bir an bile elini bırakmamıştı. geceleri ismini sayıklaya sayıklaya ağladı günlerce.
ondan alışmasını, unutmasını bekliyorlardı. öylesine bir heves sanıyorlardı taehyun'a karşı hissettiklerini ama hayır, beomgyu pes etmemişti. ne yapıp edip ulaşacaktı sevgilisine. her şeyini kaybettiyse de umudunu kaybetmemişti. abisine inanacaktı, bir gün kurtulacaktı buradan.
-
beaudahlia 'ya 🫶🏻🫶🏻🫶🏻
ŞİMDİ OKUDUĞUN
tanrı çoktan unuttu bizi
Fanfiction"kan gökle yer değiştirir, bildiklerini unutursun. bazen görmek için gözü kapatmak gerekir." ya da insanların temizler, lekeliler ve lekesizler olarak üçe ayrıldığı bir dünyada temizseniz her şey yolunda fakat eğer değilseniz işler o zaman zorlaşır...