"beomgyu, tatlım, ne yapıyorsun orada?"
nefesi titredi, hızlıca atladı oturduğu yerden ve korkusunu belli etmemeye çalışarak annesine döndü.
"hiç, dışarı bakıyordum."
kasabaya lekeliler gelmişti, temizlerin arasında ellerini kollarını sallaya sallaya geziyorlardı. günlerdir konuşulan bir şeydi bu. kai söylediğine göre onlardan birini görmüştü. onun devasa ve güçlü gözüktüğünü, korkutucu kıyafetlerle gezdiğini ve insanlara öldürecek gibi baktığını söylemişti. en korkuncu, onu beomgyu'nun oturduğu evin yakınlarında gördüğünü anlatmıştı. bunu söylediğinden beri ne okula geliyor ne de arkadaşlarıyla buluşmak için evden uzaklaşıyordu genç çocuk. ona inanan tek kişi beomgyu'ydu.
lekelilerle ilgili haberi duydu duyalı sürekli etrafı gözetliyordu beomgyu, alışık olmadığı bir ürperti ensesindeydi her an. bir lekeli, hem de evlerinin yakınında... düşüncesi bile korkunçtu. bu yüzden onlardan birini görebileceği her yeri dikkatle izliyor, izlemenin ötesinde dümdüz dikizliyordu.
annesi gelene kadar da tam olarak bunu yapıyordu, cama tırmanmış evlerinin arkasındaki ormanı gözetliyordu. ormanlar zaten karanlık ve uçsuz bucaksız oldukları için yeterince ürkütücülerdi. üstüne üstlük bu orman, kasabalarıyla lekelilerin yaşadığı bölge arasındaki sınırın ta kendisiydi. kai o korkunç lekeliyi burada görmeyecekti de nerede görecekti tanrı aşkına?
meraklı bir insandı beomgyu, meraklı ve korkak. paranoyak herifin tekiydi, bir şeyden şüphelenirse o şeyin peşini bırakmazdı. çoğu zaman tehlikeden korunmaya çalışırken kendisini tehlikeye kolları açık koşarken buluyordu.
babasıysa onun tam tersiydi, değişikliği sevmezdi, oturmuş düzeni bozmaya asla ilişmezdi. beomgyu'yla bu yüzden sürekli ters düşerlerdi. beomgyu annesine çekmişti ama annesi de her tartışmada babasının yanına koşuyor, beomgyu'yu "saygılı ol!" diye uyarmaya başlıyordu.
annesi beomgyu'nun, arkadaşından duyduğu birkaç söz üzerine lekelileri gözetlemeye başladığını öğrenirse ilk iş babasına yetiştirirdi, babası duyarsa da oğlunun böyle saçmalıklarla uğraşmasına hiç şüphesiz çıldırırdı. bu yüzden cama dayanmış, elinde dürbünle dışarıya bakıyorken annesi odasına dalınca beomgyu hâliyle korkmuştu.
"hadi seni bekliyoruz, yemeğe gel."
beomgyu başıyla onayladı ve üstünü değiştireceğini söyleyerek onu gönderdi. geçen hafta büyü'ye katılmadığı için babası hâlâ kızgındı ona ki bu oldukça saçmaydı çünkü lekesizlerin ve hâliyle de beomgyu'nun büyü yapması mümkün bile değildi. yine yemekten çok azar yiyeceğini bilerek hızlıca üzerine bir şeyler geçirdi ve son kez dışarı bakıp kapıya yöneldi. mutfaktan gelen kahkaha seslerini duyabiliyordu.
"neye gülüyorsunuz böyle?" dedi merakla yanlarına yaklaşırken.
abisi omzunu silkip "seninle ilgili değil bücür." dedi.
beomgyu gözlerini kıstı, nedensizce aile arasındaki bir şakaya dahil edilmemeye değil, kendisine bücür denmesine sinirlenmişti. ilkini umursamayı bırakmıştı çünkü artık.
"aynı boydayız ve ben uzamaya devam ediyorum." dedi dalga geçer gibi.
abisi develer ve boylarıyla ilgili bir şeyler söylemek için ağzını açmıştı ki babası onu susturdu.
beomgyu yemek boyunca konuşulan birçok şeye katılmadı yine, 2 ay sonra 17'sini dolduracaktı ve hâlâ kendisine çocukmuş gibi davranıyorlardı. tanrı biliyor, beomgyu sorumluluk sevmezdi fakat çocuk da değildi.
aile işlerine katılmanın muhakemesini bir süre önce kendisiyle yapmış, bu konuyu kapatmıştı. babası derslerin nasıl gittiğini sordu, annesi birkaç kez kendisine akıllı, yakışıklı oğlum şeklinde seslendi, abisi onunla dalga geçti. her şey olması gerektiği gibiydi.
ancak sonra günü diğerlerinden birazcık farklı kılan bir şey oldu: babası boğazını temizledi, her zamanki ciddi tavrıyla "lekelilerin," dedi. "kasabaya geldiği söylentileri doğru."
beomgyu kahkaha mı çığlık mı atsa karar veremedi. kai haklıydı, gelmişlerdi.
"sizden sadece bunun ciddi bir uyarı olduğunu bilmenizi istiyorum, kasaba büyükleriyle resmi görüşmeler yapılıyor. dikkatli olun."
gözü abisi taehyung'daydı ama beomgyu için konuşuyordu. beomgyu başını salladı, yapmak istediği şey bağırarak ağlamaktı ancak bazen her istediğimizi yapamazdık işte.
"okuldan çok mühim olmadıkça uzaklaşma beomgyu, en güvenli yer orası."
tekrar başını salladı, birkaç şey daha konuşup masadan kalktılar. beomgyu ders çalışması gerektiğini söyleyerek odasına kaçtı. babası okula ve derslere çok fazla önem verdiği için her zaman işe yarayan bir taktikti bu.
odasına gelir gelmez yaptığı ilk şey pencerenin önüne koşmak oldu, ormana bakmaya devam etti. babası da onayladığına göre, kasabalarında bir lekeli grubu kesin olarak dolanıyordu. bu, tehlike demekti. beomgyu böyle bir sorun karşısında elleri kolları bağlı oturamazdı ki.
kim bilir kaç saat boş boş dışarı baktı, bacağının uyuştuğunu ve soğuktan her tarafının buz kestiğini annesi kendisine seslenene kadar fark etmedi bile. anın heyecanıyla hızlıca doğruldu ama ayakta duramıyordu, belki de bu yüzden birkaç saniye içersinde kendisini yerde buldu. yerde derken, odasının ahşap parkesi olan yerde değil, daha aşağıda... tanrı aşkına, camdan düşmüştü!
yerde kollarını ovuştururken tanıdık olmayan birinin kendisine seslendiğini duydu. kafasını kaldırdı hızlıca, yabancı kendisine şaşkın ve korkmuş bir şekilde bakıyordu.
"çalılara düştüm, bir şeyim yok." dedi daha fazla korkmasın diye. babasının onun lekeli nöbeti tutarken pencereden düşmesine vereceği tepkiyi hayal etti de cidden komik olurdu.
"iyi misin?" dedi çocuk, kalkması için elini uzatırken. siyah iri gözleri kocaman açılmıştı, kaşları havadaydı. aşağı yukarı beomgyu yaşlarındaydı ama beomgyu'dan daha ciddi gözüküyordu. en azından pencereden düşmüyordu.
"sayılır, teşekkür ederim." dedi beomgyu kalkarken.
"rica ederim." dedi çocuk, biraz bekledi, "taehyun." diye ekledi.
beomgyu kaşlarını çattı, "adım beomgyu." diyerek düzeltti onu.
genç güldü, tatlıydı. "taehyun benim adım zaten." dedi gülmeye devam ederek. beomgyu da kıkırdadı, düşerken yeterince rezil olmamış gibi bir de utanmadan böyle salaklıklar yapıyordu.
elini uzatıp "memnun oldum taehyun." dedi toparlamak için. "seni buralarda hiç görmedim."
çocuk kendisine uzatılan eli hemen sıktı, "buralı değilim." dedi gülümseyerek.
nereden geldiğini soracaktı ki annesi tekrar seslendi beomgyu'nun. iki genç binanın önünde öylece duruyorlardı, beomgyu odasına yönelmişti ama gitmeye yeltenmiyordu da. biraz daha konuşmak isteyerek ağzını açıyor, ne diyeceğini bilemeden geri kapıyordu. çocuk beomgyu'nun o güne kadar gördüğü en yakışıklı insanlardan biriydi. dolunay, yumuşacık gözüken kahverengi saçlarına parlıyor; güzel gözlerinin parlaklığı ayın ışığıyla yarışıyordu. beomgyu gözlerini ondan alamıyordu. annesi üçüncü kez seslenene kadar hayran hayran izledi onu.
"gitmen gerekiyor sanırım." dedi çocuk sevimli gözlerini kısarak.
beomgyu üzülerek başını salladı ve pencereye tırmandı. buraya korkuluk yaptırmalıyız, diye geçirdi içinden pencereyi kapatıp tuvalete koşarken. annesi "niye duymazdan geliyorsun?" diye kızarak odasına daldığında "tuvaletteydim." diyerek geçiştirdi onu. hâlâ az önce yaşadığı şeyi ve tanıştığı çocuğu düşünüyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
tanrı çoktan unuttu bizi
Fanfic"kan gökle yer değiştirir, bildiklerini unutursun. bazen görmek için gözü kapatmak gerekir." ya da insanların temizler, lekeliler ve lekesizler olarak üçe ayrıldığı bir dünyada temizseniz her şey yolunda fakat eğer değilseniz işler o zaman zorlaşır...