on üç

55 7 0
                                    



Gülce ben çıkıyorum." diye mırıldandım hırkamı giyerken. Duymasını beklemeden öylesine söylemiştim. Duydu ve yanıma gelip kolundaki saate baktı.

"Gece saat on ikiyi geçti ve sen dışarı mı çıkıyorsun? Hem de kız başına?" Yorgun bir şekilde kafamı salladığımda kaşlarını çattı. "Olmaz tek başına. Ben de geliyorum."

Kollarından tuttum. "Gülce lütfen yorma beni. Yalnız kalmak istiyorum."

Kollarını benden kurtarıp ellerini beline koydu. "Bak döverim seni."

"Tamam eve gelince döversin."

Kafasını yukarıya kaldırıp sabır diledi ve tekrar bana baktı. "Beş dakikada bir arayacağım. Sen de açıp iyi olduğunu söyleyeceksin."

Gözlerimi baydım. "Ya saçmalama Gülce. Alt tarafı iki adım ötedeki parka gideceğim. Başıma ne gelebilir?"

Onaylar gibi kafasını salladı. "Haklısın aslında. Şu iki adımda karşına tecavüzcü ya da katil çıkmazsa zaten parkta tinerci kesin seni bulur. Bunlarla başına ne gelebilir canım? Git sen."

"Abartma Gülce." deyip yanağına kuru bir öpücük bıraktım. "Geç olmadan dönerim."

"Lan saat zaten gece yarım, daha neyin geçinden bahsediyorsun?!"

O konuşurken ben çoktan kapıyı kapatmış merdivenlerden aşağıya iniyordum. Apartmandan çıktığımda kafama hırkamın şapkasını geçirip, ellerimi de ceplerime soktum ve öylece yürümeye başladım.

Aslında gecenin bir vakti, tek başına yürümek insana iyi gelirdi. Ama maalesef bu duyguyu hissetmek kızlar için pekte kolay olmuyordu.

Aksel'i düşünerek öylece parka doğru yürüdüm. Etrafa bakmadan, kafam önümde, ezbere bildiğim tüm yolları dalgın bir şekilde geçtim.

Parka çok az bir mesafe kalmışken arka cebimdeki telefonum titremeye başladı. Aldım ve kişiye baktım.

Aksel arıyor...

Adımlarım bıçak gibi kesilirken kalbimin ritminin de bir süre durduğunu hissettim. Atmıyordu.

Nefesim boğazıma tıkandı ve içimden bir sıcaklık aktı. Telefona hiç düşünmeden cevap verdim.

"Alo?"

Bir süre sessizlik oldu. "Merhaba."

Duyduğum sesle gözlerimi sımsıkı kapattım. Allah'ım şuan resmen onunla konuşuyordum.

"Merhaba." dedim sesim de bedenim gibi zangır zangır titrerken.

"Ben Aksel. Selma'nın oğlu, hatırladın mı?"

Yanlış soruyu sordun sevgilim. Bir saniye aklından çıkıyor muyum diye sormalıydın.

"Evet hatırladım." diye cevap verdiğimde sıkıntılı bir nefes verdi. O an içime bir huzursuzluk çökmüştü.

"Numaranı annemden aldım. Umarım bundan rahatsızlık duymazsın." dedi cevap vermedim, devam etti. "Biliyorum çok geç oldu ama senden bir şey rica edeceğim."

Yutkundum ve cevap vermeye çalıştım fakat sürekli titreyen çenem buna müsaade etmiyordu. "Tabii."

"Şey annem biraz rahatsızlandı ve hastaneye kaldırmak zorunda kaldık." Gözlerim sonuna kadar açıldı.

"Ne? Şuan iyi mi? Hangi hastanedesiniz?" Duraksadığını hissettim. "Gelecek misin?"

"Tabiki geleceğim. Adresi söyler misin?" dedim etrafa bakınırken. Umarım buralarda taksi bulabilirdim. Bu saatte minibüs yoktu.

"Adresi mesaj olarak atıyorum birazdan. Geleceğin için teşekkür ederim." dediğinde, "Selma Teyze benim ikinci annem. Teşekkür etmene gerek yok." diye cevap verdim.

Bu sırada koşar adımlarla caddeye ilerliyordum.

"Peki. Görüşürüz." dediğinde, kısık sesle "Görüşürüz." dedim.

Telefon kapandığında kulağımdan indirip sertçe sıktım. Kendimi arafta kalmış gibi hissediyordum. Aksel'le konuştuğuma mı sevinsem yoksa Selma Teyze'ye mi üzülsem?

Caddeye çıktığımda gördüğüm taksiye el kaldırdım. Bu arada telefonuma mesaj gelmişti. Açtığımda Aksel'in adresi attığını gördüm.

Yaklaşık on beş dakika sonra adresi verdiği hastanede indim ve koşarak danışmaya gittim. "Selma Önal."

Birkaç saniye bilgisayara baktıktan sonra kafasını kaldırıp bana baktı. "3. kat 102. oda."

Teşekkür ettikten sonra koşarak merdivenlerden çıktım ve harıl harıl odayı aramaya başladım. Son koridoru döndüğüm anda Aksel ve Elifay'ı görmemle yerimde kalakaldım.

İkisi karşı karşıya durmuş konuşuyorlardı. Gözlerimin dolmaması için kendimi uyararak yavaş adımlarla onlara yürümeye başladım.

Elifay beni farketti ve Aksel'e bir şey söyledi. Aksel'de kafasını çevirerek beni gördü ve yanıma gelmeye başladı. Ben durdum. Onu bekledim.

Birkaç saniyede yanıma geldi ve tam karşımda durarak gülümsedi. "Geldiğin için teşekkür ederim Dolunay. Normalde bu saatte seni rahatsız etmek istemezdim ama annem gelmeni istediğini söyleyince onu kıramadım."

Kafamı yavaşça aşağı yukarı salladım. "Rahatsız etmedin. Söylediğim gibi o benim ikinci annem." Ne söylediğimi bile bilmiyordum. Aklım birkaç adım ilerde bizi izleyen Elifay'da kalmıştı.

"Neyi var?" diye sordum. Sıkıntılı bir nefes verdi. "Tansiyonu yükseldi. Öyle bayılıp kalınca ne yapacağımı bilemedim, ambulansı aradım. Şuan tansiyonu düştü, durumu iyi."

"Çok şükür." dedim kısık sesle. "Peki onu görebilir miyim?" diye sordum.

Kafasını Elifay'a çevirdi ve bir bakış atarak tekrar bana döndü. "Şuan uyuyor. Biz de onu rahatsız etmek istemediğimiz için kafeteryaya iniyorduk. Eğer rahatsız olmazsan uyanana kadar sen de bize katılabilir misin?"

Dudaklarım hafifçe aralandı. Ben onlarla aynı ortamda duramazdım ki. Ne konuşacaktım, ne diyecektim? Onların birbirlerine olan aşklarını mı izleyecektim?

Sesimin titrememesi için boğazımı temizleyip elimi alnıma götürdüm. "Aslında şey... Ben sizi rahatsız etmeyeyim. Uyandığında tekrar gelirim."

"Dolunay," dediğinde gözlerimi kapatmamak için kendimi zor tutuyordum. İsmim dudaklarına o kadar yakışıyordu ki. "Lütfen beni kırma."

Ama sen böyle yaparsan gidemem...

Bakışlarımı önüme düşürdüm ve "Peki." dedim. Gülümseyerek elini önüne uzattı. "Buradan."

Ben önde, o arkada, birkaç adım ötemizde de Elifay.

Allah'ım lütfen bir terslik olmasın...

gökyüzündeki hatırlarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin