"Canavarlar doğmaz, yaratılırlar."
Kalbime dokunan elinden akan büyüm, damarlarımda dolaşırken tekrar kendim olmuştum. Ruhumun yarısı tekrar benim olurken Lorillis'i serbest bıraktım. Vücudum oluşurken, oluşturduğu ışık herkesin hareket etmesini durdurup bana bakmasını sağladı. Teker teker bütün duyularım, büyümün bana dönmesiyle oluşurken bir bütün olarak kendi ayaklarımın üzerinde durdum. Lorillis tam yanımda yere yığıldı. Lucian'ın gözlerinde nefreti, Asher'ın gözlerindeki şoku ve diğerlerinin beni tanıdıklarını belirten surat ifadelerini görmem ile sırıttım.
Lonan'a döndüm. Gölgelerin içine geri dönüyordu, gidecekti. "Oyun daha yeni başlıyor, Siyah Kuş." dedim alayla ve ona baktım. Sadece sırıttı ve kayboldu. Karanlık onu alıp götürdü ve karanlık yaratıkları onunla birlikte yok oldular. Bu kadar kolay olamazdı. Onu herkesten daha iyi tanıyordum.
Güçlerimi geri alabilmek için bu kadar çabaladıktan sonra onları bana bu kadar kolay geri veremezdi. Tanıdığım Lonan, düşmanlarını süründürürdü. O büyük bir kedi olurdu ve küçük birer fare olan düşmanlarıyla oyunlar oynardı. Oyundaki başoyuncudan biri ölene kadar oynamayı bırakmazdı ve o, asla kaybetmezdi.
Arkamı dönüp karışık duygulardan oldukları yerden kıpırdanmayan herkese baktım. Teker teker gözlerine baktığım her bir direnişçi bir dizinin üstüne çöktü ve başını eğdi. Lucian, gözlerindeki nefrete rağmen dizinin üstüne çöktü. Asher, beni umursamadan Lorillis'in yanına koştu ve hareketsiz vücudunu kolları arasına aldı.
"Sevgiden nefret ediyordum, aptal bir duygudan başka bir şey değildi ama sen düşüncülerimi değiştirdin."
"O iyi. Birazdan kendine gelir." dedim ve bakışlarımı onlardan ayırdım. "Ayağa kalkın, halkım! Uzun zamandır mücadele ediyordum ama artık yaklaşan büyük savaş için birlikte mücadele edeceğiz." Soğuk bir sesle, başımı dik tutup otoriter bir şekilde söyledim sözlerimi.
Ben basit bir prensestim önceden, ama artık yükselme vaktim gelmişti. Aynı Sepehr'ın düşme vakti geldiği gibi. "Artık hükümdarınız benim. İhanet ve itaatsizlik her zamanki gibi ölümle sonuçlanacaktır." Teker teker herkesin gözünün içine baktım. Kimse itiraz etmek için konuşmadı.
"Evinize geri dönün, dostlarım! Elysum, güvende olabileceğiniz tek yer." Sertçe söyledim. Kimse sözümü ikiletmedi ve sırayla, kalenin aydınlık tarafından çıkışa doğru yol aldılar.
Basit ve önemsiz kayıplarım olmuştu ve olmaya devam edecekti. Blaze, Vanya'nın cansız vücudunu kollarında taşırken yanımdan geçti. Sonra Asher'ın, Lorillis'i yerden kaldırıp kollarında taşımasını izledim. Taht odasında kalan tek kişiler ben ve Lucian olduğunda ona baktım.
"Bir aptal gibi davranıyorsun, Luci." Soğukça ona bakmayı sürdürdüm. "Aşk seni bir aptala dönüştürdü." Ekledim ve kollarımı göğsümün altında çaprazladım. Bana yaklaştı, bakışlarıma karşılık verdi. "Yalnız kalmanın nasıl bir şey olduğunu bilemezsin, Yvaine. Hayatındaki tek kişinin de seni terk etmesinin nasıl hissettirdiğini bilemezsin."
Alayla güldüm. "Bilemez miyim?" Gülüşümü anında yüzümden sildim ve soğuk duvarlarımı tekrar gün yüzüne çıkardım. "Asıl sen, Lucian," Sertçe işaret parmağımı göğsüne bastırdım. "sen asla benim hissettiklerimi hissedemezsin."
"Git buradan. Herkesin Elysum'a güvenle vardığından emin ol. Ben burada kalıp tahtı besleyeceğim. Ve yakında Elysum'a dönüp hükmedeceğim." Bir daha konuşmadı. Birkaç saniye boyunca bana sessizce baktı ve sonra iç çekip gitti. Koridorun köşesinden sola dönüp gözden kaybolduğunda kapıyı kapattım.
Dokunmama gerek yoktu. Büyümün damarlarımda çılgınca dolaşmasını hissedebiliyordum. Ne kadar güçlü olduğumu hissedebiliyordum. Yerde yatan Slater'in cansız ve etrafında kendi kanı ile kaplı kan gölünde duran bedenine baktım. Hiç düşünmeden parmaklarımı şaklattım ve onun etrafında oluşan ateşin bedenine yayılıp onu yakmasını, kül etmesini izledim.
Tahta doğru yürüdüm ve arkamı döndüm. Derin bir iç çekerek tahta oturdum. Büyüm tahtın açlığıyla kaplandı. Güçsüzleştiğimi hissederken, tahtın açlığı beni mutlak bir karanlığa çekerken kıpırdamadım. Yeteceğini biliyordum. Yeteri kadar güçlüydüm.
İlk kalenin mutlak gücünü hissetim sonra büyüm, tahtın kontrol ettiği her yöne uzandı. Krýa Thálassa'nın soğukluğu içimi ürpertti ve titredim. Büyüm soğuk suların ardında, su yaratıklarının ötesinde, hem aydınlığa hem de karanlığa ulaştı. Bedenim iki taraftan çekilirmişçesine sarsılırken gözlerimi kapattım.
Nefes almak daha zor gelirken direndim. Skoteinó Dásos*'un kökleri kalbimi sararcasına vücuduma batışı nefes almamı daha çok güçsüzleştirdi. Ta ki bütün Áno Kósmos* büyümle kaplanıp doyuncaya kadar. Hemen gözlerimi açtım. Parmaklarım sırayla tahtın kolunun üstüne vuruyordu.
Taht denge demekti. Benim büyümü sömürürdü ama bana bütün Áno Kósmos'un kontrolünü verirdi. Ve bir kere size bütün dünyanın kontrolü verildiğinde onu bırakmak istemezdiniz. Ama ben bütün kaleyi yıkıp yakarken, ikinci kez düşünmedim.
Önce her şeyi yıkacak ve yakacak, sonra düzeltecektim.
Bütün geçmişi unutup silmek, temiz bir sayfa açmak için her şeyi yok edecektim.
Anıları silecek, öldürecek ve intikamımı alana kadar vazgeçmeyecektim.
Çünkü beni ayakta tutan buydu.
İntikam duygusu her şeyi kaybetmeme sebep olduğu gibi her şeyi yeniden kazanmama sebep olacaktı.
Kale yanıp yıkılırken yavaşça patikaya doğru yürüdüm.
Elimi uzatıp her yeri ateşe verirken ateşin beni sarıp sarmalamasına izin verdim.
Sıcaklığının içimdeki zehri beslemesine izin verdim.
Bütün orman hatta ada yanarken bile gittikçe büyüyen ateşimi kullanmaya devam ettim.
Soğuk kalbim sadece bir kere erimişti ve incinmişti.
İkinci bir sefer olmayacaktı.
Oyunu bir kere kaybetmiştim.
Ama ikinci bir sefer olmayacaktı.
Hayır.
Oyun on iki yıldır sürmüyordu.
Daha yeni başlıyordu.
Artık hükmetme vaktim gelmişti.
SON?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
-_ÖKY_- -_✔️_-
FantasyBundan çok uzun zaman önce, dünyalar yeni ayrılmaya başladığında iki krallık arasında savaş başladı. Kaos her yerdeydi. Anne yıkımın olmasına izin verdi. Karanlık -Erebos varlıkları- taraf kazandı, aydınlıklar -Elysum varlıkları- öldürüldü. O zamand...