○1●

323 30 10
                                    

Bu hikaye 3 Temmuz 2015 00.00'da yayınlanmaya başlamıştır.

"Alo?"

"Alo..."

Sesini tanıdığım an içimde bir kırgınlık oluşmuştu. Onu o kadar çok özlemiştim ki... Ama özlem bile bazı şeylerin önüne geçemiyor. Kırgınlığımın önüne geçmediği gibi.

"Bebeğim." dedi. "Acil işim çıkmıştı. Biliyorsun sana haber vermeden çıkıp gitmek istemem."

"Nedense hep aynı cümleyi kuruyorsun. Sana haber vermeden çıkıp gitmek istemem!" Son cümlemi onun taklidini yaparak söylemiştim.

"Özür dilerim, canım."

"Özür dileme! Bir daha özür dileme! Özür dilemenden bıktım!"

"Bana bağırma." dedi sakince. Ne ara bağırmaya başlamıştım? Farkında bile değildim. Ama bu lafı biraz daha kırgınlığımı artırmıştı, sustum. Oda sustu. Telefonda nefes alışveriş sesini duydum bir süre. Sonra sanki aklında ki cümleyi toplamışcasına derin bir nefes alarak lafa girdi.

"Her şey senin iyiliğin için." Ne yani onca süre bu lafı beyninde toplamak için mi beklemişti? Bu laftan da bıkmıştım. Onun gibi bende derin bir nefes aldım. Çünkü az sonra kuracağım cümle epeyce uzun olacaktı.

"Gittiğinde bir hafta sonra dönerdin en fazla iki hafta sonra..." Sesim incelmeye başlamıştı. Lanet olası her dakika değişen ruh halim."Ama bir aydır yoksun. Bir aydır aramıyorsun. Bir aydır ne haldeyim farkında bile değilsin. Onun gibi terk ettin düşüncesine kapılıp kaç kere ağlama krizine girdim farkında değilsin!" Beni terk etti düşüncesi beynime gene oturunca sinirlendim. Tekrar bağırmaya başladım "Lanet olası dünyadan bıktım. Bir tek sen varsın,bir tek sen. Ama artık sende yoksun..."

"Hazan, özür dilerim." Tüylerim diken diken olmuştu. Gözlerim doldu.

"Hazan mı?" diyebildim sadece. Bu olamazdı değil mi? Her konuşmamızın arasına o kadın giremezdi değil mi? Ama giriyordu. Ondan bir kez daha nefret ettim. Hazan... Bana kaçıncı defa bu isimle seslenecekti. Ya da ne zaman kendi ismimi onun ağzından duyacaktım.

Bir şeyler söylemeye çalıştı ama o an ki halimle ne dediğini bile anlayamadım. Sustum sadece. Sadece sustum. Gözümden yaşlar akmaya başlamıştı bile. Ama ben gene hiç bir şeyin farkında olmadığım gibi ağladığımın da farkında değildim. Ta ki elimle yüzümü kapatana kadar. Gene mi ağlıyordum? Evet ağlıyordum. Gene. Elimle yüzümü silmeye çalıştım. Elime baktım. Bu da neydi şimdi? İçimden tekrar bir gene mi çektim.

"Lanet olsun!" dedim bağırarak. Gene kan. Kandan nefret ediyorum. Elimin içi kana bulanmıştı. "Lanet olsun!"

"Ne oldu? İyi misin? Ses ver! İyi misin?" diyordu, az önce bana bağırma diyen ses. Şuan onun yaptığı neydi acaba?

Kanı umursamamaya çalışarak devam ettim. "Nefret ediyorum! Bana o kadının adıyla seslenmeden nefret ediyorum! Bana bir daha onun adıyla seslenme! O yok tamam mı? O yok! O bizi terk etti! Bizi terk etti! Seni bırakıp gitti! Beni bırakıp gitti!" dedim bir çırpıda. Sonra ise "Özür dilerim..." dedim hıçkırarak.

"Ne için özür diliyorsun?" dediklerim zerre dokunmamıştı ona. Bundan da nefret ediyordum. Duygularını sürekli saklıyordu. Daha doğrusu her şeyini saklıyordu. Hayatında tek bildiğim şey her şeyin benim iyiliğim için yaptığıydı. Ne hoş değil mi ama. Çok hoş.

"Bu özür ne için?" dedi. Cevabını bekler gibi.

"Bu özür..." dedim sakin ve ağlamaklı sesimle. "Eğer biri seni terk edince sürekli onun adını söylüyorsan. Artık benim adımı da söyle olur mu? Bir başkasına."

"Ne demek oluyor bu!"

"Artık bende yokum." Bir şeyler söylüyordu. Bağırarak. Avazı çıktığı kadar bağırmak bu olsa gerekti. Üstüme baktım. Her yerim kan olmuştu. Artık ayakta duramayacak hale geldiğimi anladığım an bir şey demek için kendimi toparladım. Hani derler ya, son söz. Son sözümü söylemek için hazırlandım.

"Eylül. Adım Eylül baba..."

SONSUZ KAYIPLARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin