"Nereye gidiyorsunuz bayım? " diye seslendi gişenin önünde duran memur. Şapkasından yüzü belli olmayan adam acele bir şekilde cevapladı, "Nevada'ya gidiyorum." Gişe memuru, mesaisini yeni bitirmiş, yorgunluktan bitap düşmüş ve dinlenmekte olan makiniste doğru dönüp bağırdı. "Nevada'ya buradan kaç saatte gidilir?" Boyası yeni kurumuş olan sandalyede uyuklayan Carl bu sözleri duymadı. Gişe memuru tekrar bağırarak "Carl uyan seni ahmak." dedi. Homurdanarak uyanan Carl elini tüfeğine davrandı ve hızlıca sesin geldiği tarafa gözlerini çevirdi. İlerisinde gişe memuru Dan'i gören Carl yavaşça tüfeğini yere indirdi ve sersemlemiş bir halde ayağa kalkıp "Ne oldu Dan, bir sorunumuz mu var?" diyerek şapkalı adamın bulunduğu yere doğru yürümeye başladı. Sinirlenmemeyi tercih eden Dan "Evet bir sorunumuz var Carl, fakat sorunu çözmemiz için hiç yardımcı olmuyorsun." dedi. Bu konuşmalar arasında rahatsız olan şapkalı adam ise Dan'e seslenerek, "Konuşmayı kesip bana bilet konusunda yardımcı olacak mısınız?" diyerek sinirini belli etti. Dan bu sözleri çok iyi duyduğunu ifade ederek "Carl, Nevada'ya buradan kaç saatte gidilir?" diye sordu. "Şimdi yola çıksak oraya en erken yarın gece, saat 07:00'da ulaşabiliriz Dan." dedi Carl sakince. Şapkalı adam arka sol cebini yoklamaya başladı, aniden "Ah buldum." dedi ve cep saatini önüne doğru tuttu. "Saat daha öğlen 16:35, benim acelem var." diyerek başını eğdi. Bu sayede sadece burnu ve ağzı gözüken adamın artık yalnızca ağzı belirgindi. Dan "Üzgünüm efendim, fakat isterseniz kasabamızın ahırından uygun bir fiyata at kiralayabilirsiniz." dedi gülümseyerek. "Gerek yok, kendi atım var zaten. Size iyi günler." dedi ve arkasını dönerek uzaklaştı. Arkasından Dan "İyi günler efendim, iyi yolculuklar." dedi sakince. Carl ise umursamayarak boyası yeni kurumuş sandalyeye geri oturdu, tekrar uyuyabileceği için oldukça mutlu gözüküyordu.
Elleri kemerinde yavaş ve rahat bir şekilde atına doğru yürüyen şapkalı adam tepesindeki güneşi farketti ve eliyle gözüne gelen güneş ışınlarını kesmeye çalışarak "Lanet olsun sana, senin yüzünden boğazımız kurudu." diye homurdanıp atına yaklaştı. Atına bağlı olan ufak çantayı açtı ve içini yoklayarak "Neredesin lanet şey?" diyerek sabırsız bir şekilde aramaya devam etti. Eliyle hissettiği cam şişeyi çekerek çantadan çıkardı, gülümseyerek "Gel buraya seni küçük şeytan!" dedi. Üzerinde 'bourbon viski' yazan şişenin kapağını hızlı bir şekilde açmaya çalıştı fakat kapak sıcaklıktan dolayı sıkışmış gözüküyordu. Zorlayarak açmayı başaran kovboy kılıklı adam, su içermiş gibi şişeyi kafasına dikti. Hafif bir oh çekerek şişenin kapağını kapattı ve tekrardan çantanın içine yerleştirdi.
Atına doğru bakarak "Burayı özleyeceğiz, değil mi Dale?" dedi. Bunu söylerken yüzünde bir tebessüm vardı. Atının yelelerini hafifçe okşayarak cebinden yarısı ısırılmış bir salatalık çıkardı ve Dale'e uzatarak "Uzun yol için iyi beslenmelisin." dedi. Elindeki salatalığı hızlı bir şekilde kapan ve yiyen at, kafasını sallayarak kişnedi. Şapkalı adam sırıtarak "Ben de dostum..." dedi ve atın üstüne çıktı. Eğere oturdu ve "Deh!" diye bağırdı. Atın altındaki çöl kumları havalandı ve rüzgarda sallanmaya başladı. Kaktüsler şapkalı adamı uğurluyordu...Not: Yorumlarda fikirlerini belirtip, kitap hakkında görüşlerini ve okurken hissettiklerini yansıtabilirsin. Ayrıca lütfen oylayarak bana destek olmayı da unutma! ^^
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Günün Birinde "Bir Vahşi Batı Hikayesi"
Historical Fiction"Amerika'nın batı kısmı çok çetindi. Halkı yaşam mücadelesi veriyor, ama soğukkanlılıklarından ödün vermiyordu. Yeri geldiğinde ölümcül, yeri geldiğinde ise bir yavru ceylan gibiydiler ancak kesin bir şey vardı ki, Doğu halkından ve yaşadıkları topr...