Selam, toparlıyoruz sanki hm?
Bana göre keyifli bir bölümdü. Bazı şeyleri oturtmaya çalışıyorum ama hâlâ tam olarak evrenin içine giremedim. Onları anlamaya çalışırken olayları ya abartıyor, ya da basite indiriyor olabilirim bu ne yazık ki benim sorunum ve bunu hep yapıyorum.
Aramıza yeni katılanlar var hepinize hoş geldiniz diyorum ve sevgili Eda, bölümü sana hediye ediyorum. ❤️
Keyifle okumanız dileğiyle.
✨
Başımı yasladığım cama hareket ettiğimizden sebep çarpıyordum fakat bu darbe bile az önce çarpıştığım sözleri kadar ağır gelmiyordu.
Ne demişti? Bu kadar özlemek, bu kadar kıskanmak, bu kadar istemek kardeşlik mi? Kardeşlik değildi, sorsaydı bunu seve seve dile getirirdim fakat Aslan geri döndüğü ilk an bir ateş görmüştü. Sanıyordu ki o ateş yeni. Değildi. Benim nasıl yandığımı yeni yeni anlayacaktı. Ben de onu yakmadan geri durmayacaktım ancak insan yanmaya gönüllü bir kalp görünce benim gibi boşluğa düşüyordu işte.
"Cemre," diye seslendi. Bakışlarımı yoldan çekmeden ağzımın içinde mırıldandım. "Böyle ayrılmayalım. Yüzüme bile bakmıyorsun nasıl geri döneyim?" Teyzemin evine yaklaştıkça veda zamanı geliyordu ve ben nasıl davranmam gerektiğini tahayyül edemiyordum. Onu öptüğümü bu zamana kadar hiç dile getirmezken şimdi dilinin ayarı kaçmış gibi etrafa saçıyordu her şeyi. Dün akşam annemden duyduğum o ihtimalin gerçekliği ayrı, hayal olması ayrı korkutuyordu beni. Aslan'ın beni seviyor olması hayal gibi geliyordu çünkü bana bunu hissettiren oydu. O kadar çok kardeşimsin demişti ki böyle bir ihtimalin varlığı bile imkânsızdı benim için. Fakat gerçekten beni seviyorsa o zaman daha vahimdi. Sevdiğini bilmeden bana söylediği her sözün ağırlığında kendini yargılayacaktı.
"Biz mesafelerin insanlarıyız," dedim. Can yakma derdim yoktu ama canımın yandığı kadar içim susmuyordu. "Bizim aramızda şehirler olmalı, seneler, küslükler... Konuşturma şimdi beni Aslan, sen daha iyi bilirsin böyle şeyleri." Emniyet kemerimi çözerken gözlerine baktım. "Giden, dönmeyen sendin halbuki."
Kapıyı açmak için uzandığımda kolumdan tutarak durdurdu beni. "Yapma ne olur," dedi. "Yapma Cemre, böyle inme böyle gitme. Bir daha dönmeyecek gibi bakma gözlerime, ne olur."
"Nasıl anladın?" derken sırtımı kapıya çevirdim ve tamamen ona döndüm. "Ben anlayamadım senin gideceğini, dönmeyeceğini sen nasıl anladın?" Dudaklarım alayla kıvrıldı. "Doğru ya, kişi kendinden bilir işi..."
"Görmüyor musun? Düzeltmeye çalışıyorum her şeyi. Değiştiremem Cemre yaşananları ama çabalıyorum." Derin bir nefes alıp verdiğinde iki elini havada birleştirip burnunun üzerinden alnına doğru yasladı. "Tamam, haklısın. Özür dilerim. Seni o gece çok kırdım. Haddimi aştım, farkındayım." Evet der gibi başımı salladım aşağı yukarı. Benim tarafımdan onaylanmak asık olan yüzünü daha da düşürmesine sebep oldu. "Geçmişi değiştiremeyiz ama geleceğe şekil verebiliriz. Ben gerçekten seni çok özledim Cemre," derken parmak uçlarını yüzüme doğru uzattı. Elmacık kemiğimin üzerine düşen saç tutamını parmak uçlarıyla tuttu. "Senin yanında olmayı, konuşmayı, susmayı, yürümeyi, koşmayı, uyumayı..." Parmak uçları yanağımın üzerine çıktı. Gizlemeden, alenen dokundu yanağıma ve okşadı tenimi. "Ben seni çok özledim Cemre."
Ya ben? İçim çıkmıştı özlemekten. Sonra birden, bir sabah, bitti demiştim. Unuttum demiştim. Ne büyük yanılgı ama! Aklıma getirmemek için her yolu denemiş, aklıma gelmedi diye unuttum sanmıştım. İlk göz göze gelişimize kadar unuttuğumu düşünüyordum bir de.