17. Altın Kafeste Bir Bülbül

11.4K 794 2.8K
                                    

Bölüm maalesef bitmedi. Ama böyle dedim diye üzülmeyin, Word'de 59 sayfa tuttu. 🤭 Daha fazla uzatamayacağım için kesmek zorunda kaldım.

Geri kalanlar ikinci kısımda. Sevgiler! 💛

17. Altın Kafeste Bir Bülbül

*Erkan Oğur – Bülbülüm Altın Kafeste*

2000ler, İstanbul

Otogar trafiğinde sıkışıp kalınca camı biraz daha araladı. Uzanıp teybin sesini açtı, böylece kalabalık İstanbul yolculuğu biraz çekilir hale gelmişti.

Dur kalklar dakikalar boyu sürmeye başlayınca, yan koltuğa bıraktığı dosyaları aldı bu sefer, biraz inceledi. Ardından hazırladığı yazı dizisinin kalan son parçasına uzandı, bir kez daha geçti üzerinden. Bu sırada torpidoda bulduğu bir şekeri attı ağzına.

Bir ara, arkadaki şoför uzunca bir korna çalınca trafiğin açıldığını fark etti ve kontağı çalıştırdı. Yaklaşık yarım saat sonra otogardaydı, bir yandan sürekli saatine bakıyor, geç kalıp kalmadığını kontrol ediyordu. Arabayı park edip Mersin Seyahat otobüsünün duracağı peronu buldu ve beklemeye başladı.

Çok geçmeden otobüs perona yanaşmıştı. Kapıya doğru koştu hemen, bakışları otobüsün içini taradı. Fakat insan kalabalığı arasından tanıdık kimseyi seçememişti. Gözü bir arka, bir ön kapıya kayıp durdu. En nihayetinde Melahat'ın elinde ufak bir çantayla arka kapıdan ağır ağır, oval bir taş gibi yuvarlanarak indiğini görünce, "Buradayım anne," diye seslendi, el salladı ona.

Kadın da el salladı. Basamaklar bittiğinde kapının önünde kavuştular. Sarıldılar birbirlerine. "Ah yavrum," dedi Melahat, çoktan gözleri dolmuştu, kızının sırtını sıvazladı uzunca. "Ah benim canım. Gözümde tüttünüz."

"Gel anne," dedi Güzin, kadını kenara çekti, yolu tıkamışlardı. Elinden tuttu, diğer eline de kadının ufak çantasını aldı. "Bagajın var mı?"

"Yok," dedi Melahat, bir yandan gözyaşlarını silerken. "Bu kadar yavrum..."

"Çok az eşya getirmişsin anne," dedi Güzin, hayretle. "Yeter mi bunlar sana?"

"Yeter yavrum," dedi Melahat, gözyaşlarını silerken, "yeter kuzum, çok kalamam ya zaten. Selimiye Orduevi'nden bir gecelik yer ayırttı baban."

"Ne orduevi," dedi Güzin, insan kalabalığından sıyrıldıklarında, şimdi kadına dönmüştü hayal kırıklığıyla. "O kadar hazırlık yaptım geleceksin diye, hiç olmazsa bir hafta kalırsın diye düşündüm."

"Kalamam, kalamam yavrum," dedi Melahat. Terden sırılsıklam olmuş yüzünü elindeki bezle kuruladı biraz. Yaşı, kilosu ve alışık olmadığı Marmara havasıyla uzun otobüs yolculuğu kadını mahvetmişti. "Mersin'de bir sürü işim var. Babana ne derim hem? Vallahi izin vermez, burnumdan getirir."

"Ama dedim ya sana anne," dedi Güzin, "ah be anne, babamla konuş, sana ihtiyacım var burada, kalırsın bir hafta dedim ya, aşk olsun!"

"Boş ver, boş ver," diyerek kızın omzunu sıvazladı Melahat. "Hadi, Selimiye'ye götür beni, ayaklarım davul gibi şişti zaten," diye söylendi park yerine yürürken. Güzin'se derince bir iç çekmişti o sırada. Ah be anne, diyordu içinden, kırk yılda bir ihtiyacım oldu sana, kırk yılda bir.

Yine de pek bir şey söylemedi. Zorlayarak, üsteleyerek, ceylanın üstüne atılıp bir parça et koparmak için savaşan aslan sürüsü gibi sevgisini dilenemez, yanında olmasını isteyemezdi. Zaten alışkınsın Güzin, dedi içinden, surat asma şimdi, ayıp. Yine de kalkıp gelmiş kadın ta buraya kadar.

Gençlik Kumpanyasının Hatıra DefteriHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin