4. Bölüm

75 11 4
                                    

Yılanlar aslında sanılanın aksine avlarını göremezlermiş. Çünkü yılanlar görme yetisine sahip olmayan hayvanlarmış. Sadece duyabiliyorlarmış ve duydukları sese karşı da ani hareketler sergiliyorlarmış.

Görme yetilerinin olmayışına karşılık da duyma yetileri oldukça gelişmişlerdir onların.

Böylece bir ormanın içinde yılanla karşı karşıya gelirsek olduğumuz yerde hiç ses çıkarmadan durmalıymışız, öyle söylerdi babam. Yılan bizim sesimizi duymazsa da oradan uzaklaşabilirmiş ve biz de tehlikeden kurtulurmuşuz.

Zehirleri ise dişlerinden geliyormuş onların. Dişlerini sökersek, işte o zaman zehirlerini de yok etmiş oluruz.

Karşımda duran adam ise benim için bir yılanı anımsatıyor.

Bir şeyleri görmesi gerekmiyor onun da, duyması yetiyor. Belki dişlerinde değil ama sözlerinde var onun da zehri. Kim bilir belki farkında bile değil bunun.

Fakat benim gerçeklerimle ilgili söylediği her şeyde içime akıttığı zehre öyle bir bulanıyor ki ruhum, hissetmemek elde değil, onun fark etmemesi ise önemli. ‟Sen," dedim ama devam edemedim.

Bana doğru hafifçe eğilip gözümün önüne düşen saç tutamından birini aldı ve kulağımın arkasına sıkıştırdı. Nefesi dudaklarımı yalarken de beni daha da şoka sokacak bir şey döküldü dudaklarından. ‟Evet Kızıl. Senin maskeli yayıncı olduğunu biliyorum. Üstelik sesini duyduğum ilk andan beri."

Duyduklarım karşısında ne diyeceğimi bilemez bir şekilde kalmıştım kapının önünde. Reddedebilirdim veya kabul eder hiçbir şey olmamış gibi davranırdım. Fakat bir gerçeği öğrenmiş veya anlamış birine karşı ne kadar uzun süre reddetme savunmasını kullanabilirdiniz?

Fernando Bonnet aptal bir adam değildi.

Aksine, hiç tahmin etmediğim kadar zeki biri çıkmıştı.

Eğer şimdi reddedersem kendimi küçük düşürmekten başka bir şey yapmazdım onun karşısında. Ki zaten bir gün kimliğimi de açıklayacağımı göz önünde bulundurursam reddetmek büyük aptallık olurdu. O yüzden bende en az onun kadar dişlerimi çıkardım. Zehirse zehir, kansa kan.

Her zaman karşımdaki gibi oynamayı severim.

‟Tebrikler. Ne büyük sır ama değil mi?" dedim alayla. ‟Fakat unuttuğun bir şey var Fernando Bonnet. Ben isteseydim bu ihtimale karşılık sesimi değiştirebilirdim, sadece gerek duymadım. O yüzden çok da mühim bir şeyi çözmüşsün gibi gereksiz egonla havalara girmene gerek yok."

Bakışları yüzümde donup kalırken daha fazla uzatmayarak kapıyı açıp çıktım evden. Kapının önünde birkaç tane araba vardı, o yüzden hiç ona sorma zahmetine bile girmeden araçlardan birinin arka koltuğuna yerleştim.

Çok geçmeden şoför de sürücü koltuğuna geçtiğinde gideceğimiz yeri söyledim ve kulaklıklarımı taktım kulağıma. Onun ise kapının önünde durduğunu fark ediyor ama dönüp asla bakmıyordum.

Araç evin büyük bahçesinden çıkıp ormanlık yolda ilerledi. Bugün hava rüzgarlıydı ama çok da soğuk değildi. Ya da ben üşümemeye biraz fazla alışmıştım. Belki de kışın ortasında bile rüzgar da yerini güneşe bırakacak ve ben bu üstümdekilerle bile terleyecektim.

Fakat sonrasında yine hasta olmam olasıydı çünkü zaten son birkaç gündür çok kalın giyinmeden dışarı çıktığımdan olsa gerek üstüne bir de havuzdaki çekimler eklenince hastalanmıştım. Neyse ki günlerce yatak döşek yatan biri değildim de hemen toparlayabilmiştim. Yol epey uzun sürmüş fakat okula nihayetinde vardığımda ise şoföre gidebileceğini söyleyerek inmiştim araçtan. Okula girer girmez de direk kantine gitmiş ve atıştıracak bir şeyler sipariş etmiştim. Dersimin başlamasına bir saat vardı o yüzden boş masalardan birine yerleşip tabletimi çıkardım.

KIZILHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin