"Aynasında varlıkların suretleri bulunan kalp nasıl parlasın?" (13. Hikmet)
-İbn Ataullah el-İskenderî / Hikem-i Atâiyye
***
Selma Teyze, Hatay kısırının püf noktalarını anlatırken bir yandan da üzerinde bir sürü malzemenin biriktiği ve birazdan bir şahesere dönüşecek olan bulgurun üzerine az önce sıktığım limon suyunu döktü. Hatice Teyze ve annem pürdikkat onun verdiği tarifi dinliyordu. Oldukça ciddi bir ortam vardı. Üzerinden mis kokular ve sıcak bir buhar yükselen taze peynirli poğaçaları tepsiden alıp büyük cam kaseye koyarken kısır tarifini de kaçırmamaya çalışıyordum.
Annem, işaret parmağıyla kısırı göstererek: "Valla Selma..." dedi. "Ben denedim geçen, olmadı." Bana dönerek: "Zeynep eğlenip durdu o gün benle." diye güldü.
Son poğaçayı tepsiye koymak yerine koca bir ısırık alıp ağzım dolu konuşmaya çalıştım.
"Valla anne... Kısır değil de çamur yedim sanki."
Selma Teyze, o şen kahkahalarından birini bırakıp dirseğiyle annemin omzuna vurdu: "Kız Ayşe, doğru söyle, ne kadar yoğurdun onu?"
Annem, düşünür gibi elini çenesine götürdü, gözlerini kıstı.
"Bi beş-on dakika falan."
Selma Teyze yeniden mutfağı inleten bir kahkahayla güldü.
"Kız, beş-on dakikayla olur mu? Tabii taş gibi olur. Soğuk suyla yapıyoruz sonuçta. Gerekirse yarım saat, kırk dakika iyice yoğurman lazım ki bulguru erisin."
Annem: "Mübarek, çiğ köfte yapıyoruz sanki..." derken Selma Teyze başıyla tezgahtaki nar ekşisini işaret etti: "Şundan da dök biraz daha, az oldu sanki."
Annem, nar ekşisini yavaş yavaş dökerken Selma Teyze kısırı iki eliyle öyle bir yoğurmaya başladı ki onu dikkatle izlemek zorunda hissettim kendimi.
Hatice Teyze: "Biraz uğraştırıyor ama sonuç için değer" dedi. "Geçen denedim, benim kız çok beğendi. Yedi yedi o kadar, tabağı bitirince de: 'Selma Teyze'ninki gibi yapamamışsın' diye laf attı."
Halime'nin o anki hâli gözümde canlandı sanki, tebessüm ettim. Selma Teyze, koltukları kabararak gülümsedi.
"Kız haklı canım, el lezzeti diye bir şey de var. Biz bu ellerle az kısır yoğurmadık."
O sırada arkamdan uzun bir kolun az önce büyük cam kaseye doldurduğum poğaçalara uzandığını ve onlardan birini hızlıca kaptığını gördüm. Kim olduğunu tabi ki biliyordum. Arkamı döner dönmez kendini kaybetmiş bir şekilde poğaçayı ısıran Fatih'e kaşlarımı çatarak baktım.
"Hepsini bitirmeye niyetli gibisin. O nasıl yemektir öyle."
Kasenin ağzını tezgahın üzerindeki minik kareli örtüyle kapattım. O ise aldırmadan iki ısırıkta bitirdi poğaçayı. Hem bu kadar iştahı açık hem de bu kadar zayıf olmasını mahallede kimse çözememişti.
"Bana diyene bak!" dedi başıyla elimdeki yarım poğaçayı işaret ederken. "Sen de bir tane araklamışsın. Pek küçük lokma yediğin de söylenemez."
Elimdeki poğaçaya baktım, gerçekten de koca bir ısırık almıştım. Bu duruma gülerek bir ısırık daha aldım. Fatih ise yanıma gelip kasenin üzerindeki örtüyü açtı, içinden iki tane poğaça daha arakladı. Eline bir tane şaplak indirip: "Ben misafirim bir kere..." dedim. "istediğim kadar yerim."
"Misafir mi? Sen evimizin direğisin kızım!"
Selma Teyze atışmamızı bölerek: "Fatih" dedi. "Yeter oğlum, bitireceksin poğaçaları, komşulara bir şey kalmayacak."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kaçtıkça Yaklaştığım Hakikat
Spiritual"Neden mi? Çünkü senden kaçtıkça hakikate yaklaşıyorum. Ama hep engel olmaya çalışıyorsun. Yolumun üstünden çekil artık..."