"İlâhî! Benden benim seviyeme uygun şeyler zuhur eder. Senden ise senin keremine layık şeyler sâdır olur."
-İbn Atâullah el-İskenderî / Hikem-i Atâiyye
***
"Sana ne anlattı bilmiyorum ama her ne anlattıysa hepsi benim için tövbesi edilmiş günahlar, Mehmet... Yemin ederim ki... Ben o günlerin acısını hala kalbimde duyuyorum. Her birinden tiksiniyorum. Fatih'ten de, onunla girdiğim günahlardan da... O benim için hiçbir şey ifade etmiyor uzun bir süredir. Sen-"
Elini dudaklarıma götürüp konuşmamı engellediğinde gözyaşlarım akmaya devam ediyordu. Yanıma gelirken öfkeli olduğu için bana hesap soracağını düşünmüş ve henüz o sormadan kendimi kanıtlama çabasına girmiştim.
"Zeynep, sakin olur musun?"
Yanaklarımda iz bırakan yaşları silip beni göğsüne çekti. Geçmişimi öne sürerek eski Zeynep'i yargılayacağını düşündüğüm için sarılması afallamama sebep oldu. Beni sorgulamaktan uzak bir sesle, sadece anlamaya çalışır gibi: "Numaranı değiştirmiştik" dedi. "Nasıl bulmuş olabilir?"
Şaşkınlığımdan sıyrılabildiğimde güçsüz bir sesle: "Annelerimiz yakın arkadaş" diye cevap verdim. "Muhtemelen annem onlara gittiği zaman telefonunu kurcaladı. Eşinden boşanmış. Artık annesigilde kalıyor. Bu yüzden illaki annemle denk gelmiştir."
Yeni öğrendiği bu bilgiyle birlikte bedeni gerildi. Kollarını ayırsa bile benden uzaklaşmadan gözlerime baktı. Kaşları çatılmış, yüzü az önceki öfkesine bürünmüştü.
"Boşanmış mı?"
Başımı sallayıp sorusunu onayladım. Gözlerini benden kaçırıp gergince etrafa bakındı. Sıkıntılı bir şey düşünür gibi... Kollarım hâlâ ona sarılı hâldeyken tuhaf bir görüntüye sebep olduğumu fark ederek kendimi toparladım. Kollarımı belinden çekip hâlâ gergin olan bedeninden biraz uzaklaştım.
"Böyle olmaz" dedi kendi kendine söylenir gibi. Boş gözlerle yüzüne bakıp ne demek istediğini anlamaya çalıştım. Yüzünü ovuşturdu. Salonda mekik dokuyan gözlerini bana çevirdi.
"Artık annenlere gittiğimizde birlikte gidip birlikte döneriz inşallah. O adama hiç güvenmiyorum. Seni orada yalnız bırakamam."
Gönüllü olarak, hiçbir dış unsurun baskısı olmaksızın beni sakınması hoşuma gitti. Genelde epey yıpranıp birbirimizi üzdükten sonra hatalarımızı telafi etmek için çırpınırdık. Oysa şimdi böyle bir sebep olmaksızın beni Fatih'ten sakınıyordu. Gülümsememek için kendimi zor tuttum. "Tamam" dedim sadece. Zaten bundan sonra o evde onsuz bulunmam pek de tekin olmayacaktı. Çünkü Fatih, doğru düzgün seven biri değildi. Yakıp yıkıyor, tehlikeli şeyler yapıyor, sınırlarımı umursamıyordu. Belki tüm duygularını içinde yaşayan biri olsa ve bana yaklaşmaya çalışmasa orada tek başıma bulunmayı dert etmezdim ama şu an doğru gelmiyordu.
***
Kayınbabam ve Güneş geldiklerinde, Mehmet oldukça sakin ve doğal davranıyordu. Ben ise epey stres yaptığım için kendim olamıyordum. Birlikte yemek yerken de aynı stres devam etti. Ara ara Güneş'e bakıyor; altın sarısı saçlarına ve ufak yüzüne bakıp duygularını anlamaya çalışıyordum. Geldiğinden beri sessizdi. Yapı olarak ağabeyine benziyordu.
"Nasıl gidiyor evlilik, kızım? Mehmet, üzmüyor seni, değil mi?"
Çatalımı tabağa bırakıp zorlukla yutkundum.
"Güzel gidiyor baba. Üzmüyor sağ olsun."
Memnun olmuş gibi başını salladı. O esnada Güneş, gözlerini devirip elindeki kaşığı bıraktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kaçtıkça Yaklaştığım Hakikat
Espiritual"Neden mi? Çünkü senden kaçtıkça hakikate yaklaşıyorum. Ama hep engel olmaya çalışıyorsun. Yolumun üstünden çekil artık..."