"İnsanların seni terk etmesi (sana yönelmemesi) veya yermesi seni üzdüğünde Allah'ın bilgisine dön. Şayet Allah'ın bilmesiyle kani olmazsan bu kanaatsizlik, musibet olarak insanların eziyetinden daha şiddetlidir." (215. Hikmet)
-Hikem-i Atâiyye / İbn Atâullah el-İskenderî
***
Sabah namazından sonra uyuyup tekrar uyandığımızda saatin epey ilerlemiş olduğunu fark ettik. Burada gün, erkenden başlardı. Saat altı buçuk, yedi sularında. Muhtemelen kahvaltı yapmışlardı. Mehmet, yıkadığı yüzünü kurulayarak içeri girerken yerdeki döşeği sürüklemeye çalışıyordum.
"Zeynep, ne yapıyorsun! Bırakır mısın şunu." Dedi sinirle. Onunla ilgili beynime çakılı kalan her anı "önemsenmemek" üzerine olduğu için şimdi sürüklediğim döşeği elimden alıp odanın bir köşesine koyarken içten içe mutluluk duyuyordum.
"Ağır kaldırma, hamilesin." Dedi sesini az öncekine nazaran biraz daha yumuşatarak. Sanki karnımda bir can taşıdığımı yeni yeni fark eder gibi kıyafetimin üzerinden henüz hiçbir çıkıntısı olmayan karnıma dokundum. Hâlâ tam olarak alışamadığım bu gerçek, Mehmet'e tam olarak ne hissettiriyordu; merak ettim. Duygularını korunaklı bir fanusun içinde saklıyor ve kimseleri onlara dokundurmuyordu. Bu yüzden onu anlamaya çalışmak, sabır isteyen meşakkatli bir işti.
"Kahvaltı etmiştir bizimkiler" dedim feracemi giyinirken. "Biz de gidelim mi? Saat dokuz oldu, geç olmasın."
Eşarbımı da takıp kapıya doğru ilerledim. Az önce oturduğu minderden kalkıp peşimden geldi. Her adım atışımızda gıcırdayan merdivenleri çıkıp oturma odasına geçtik. Annemle yengem, oturmuş çay içiyor; babamla dayım ise sohbet ediyordu. Bizi görünce: "Oo günaydın" dedi yengem neşeyle. Annemle babam, tereddütlü bir ifadeyle yüzüme baktı. Bir sorun olmadığını göstermek istercesine gülümsedim.
Dayım, candan bir edayla Mehmet'i yanına çağırdı. Kendini burada yabancı hissetmesini istemiyor gibiydi. Annemlerin yanına gidip çaprazlarındaki koltuğa oturdum.
"Yorgunluktan uyuyakalmışız. Kusura bakma yenge." Dedim mahcubiyet bulaşan sesimle.
"Ne kusuru Zeynep, hem hamilesin sen, bol bol uyu, dinlen. Doğurduktan sonra bu uykuları da ararsın, benden demesi."
Cevap vermek yerine sadece gülümsedim. Annem, iyi olduğuma kanaat getirmiş olacak ki rahatlamış bir ifadeyle yengeme döndü.
"Ben, kahvaltı hazırlayayım çocuklara."
Ona yardım etmek için ayaklandığımda yengem engel oldu.
"Otur kız sen! Hiçbir şey yapmıyorsun. Ben yardım ederim annene."
Anneme baktım göz ucuyla. O bir şey demeyince geri oturdum. Onlar gidince Mehmet'in sesi doldu kulağıma. Kendime engel olamayarak yüzüne baktım.
"Yine de ara ara gitmem gereken durumlar oluyor. O yüzden çok fazla kalamayız. Ama inşallah yazın imkan bulursak daha uzun vaktimiz olur kalmak için."
Okul işlerinden bahsettiğini anladım. Aramız biraz olsun yumuşamamış olsa burada fazla kalamayacak olduğumuza üzülürdüm. Fakat belki de eve dönmek; henüz ona olan kırgınlığımın kalbime bıraktığı tesirler çok tazeyken yuvamda olduğumu hissetmek, bana da iyi gelecekti. Yine de korktuğumu inkar edemezdim. Mehmet'in henüz sırlarına vâkıf olamadığım o dünyasında ansızın bulutların kararmasından ve beni o karanlıklar içinde yalnız bırakmasından korkuyordum.
Yengem, sofra bezini köşeye bir yere serdi. Annem ise tepsiyi getirip yere koydu. Mehmet'le beni çağırdıklarında çok acıktığımı hissederek tepsidekilere baktım. Sucuklu yumurta, bal, tereyağ, kaymak ve süzme yoğurt vardı. Bir de ekşi mayalı ekmek. Ben sofraya geçtikten bir süre sonra Mehmet de karşıma geçip oturdu.Yengem, sobanın üzerinde kaynayan çayı alıp ikimize de çay doldurdu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kaçtıkça Yaklaştığım Hakikat
Espiritual"Neden mi? Çünkü senden kaçtıkça hakikate yaklaşıyorum. Ama hep engel olmaya çalışıyorsun. Yolumun üstünden çekil artık..."