❦ mavi kolye ❦

23 2 1
                                    

Gözlerimi açtığımda bir süre beyaz tavanla bakıştım. Babamın sesini duyduğumda keşke biraz daha bakışabilseydim düşüncesiyle yataktan kalktım ve dizimin altına gelen beyaz üstünde mavi çiçek yaprakları olan yarım kollu elbisemi giydim.

İçeriden bir kez daha babamın bağırmasını duyunca daha fazla kızmaması için içeri doğru adımladım.

"Bu kadar seslenmeye anca mı geliyosun" sesinden içkili olduğu anlaşılıyordu büyük ihtimalle yine sabaha kadar içmişti. Zaten oturduğu koltuğun önündeki şişelerden açıkça belli oluyordu.

Onu umursamayarak "efendim" dedim. "Hazırlığını yap görücü gelicek" söylediği şeyle kaskatı kesildim. Ne demek görücü gelicek. Beni sevmediğini zaten biliyordum ama bunu da yapmazdı. Veya yaparmıydı.

Aslında çok şaşırmamam gerekirdi çünkü burası kadınları hor gören bir yerdi. Kadınların mal gibi alıp satıldığı, köle gibi kullanıldığı birçok yerden sadece bir tanesiydi. Ne kadar en güçlü tanrıya tapıyor olsakta bu kadınların hor görülmesini engelleyemiyordu.

"Ne duruyorsun be işe koyulsana iyi giyin bak ha beğensinler" baba demeye bin şahit isteyen adamın sesiyle kendime geldim ve hızla odama geçtim. Şuan beni tek rahatlatıcak şey deniz kenarıydı. Halk su tanrısına taptığı için etraf sularla kaplıydı.

Aklımdaki düşünceleri kovarak camı açtım ve atladım. Ev zaten tek katlı olduğu için rahatça kaçabiliyordum. Eve en yakın olan okyanusa gittim. Şans ilk defa beni bulmuş okyanusa yakın bir evde oturmamıza hiç kimse laf etmemişti.

Sonunda ayaklarım kuma değdiğinde en uca doğru gittim. Evden kaçtığım için ayağımda ayakkabı yoktu tabii. En uca geldiğimde bağdaş kurarak yere oturdum ve dalgalanan suların ayaklarıma değmesine izin verdim.

Uzun bir süre okyanusun kokusunu içime çektim, lakin bir süre sonra gözlerimin huzurla kapanmasına engel olamadım. Büyük ihtimal görücüler yakında gelicekti ama ben hiç gitmek istemiyordum. Ben daha yirmi yaşındaydım ve evlenmek hiç cazip gelmiyordu, özellikle evleneceğim kişiyi sevmiyorsam hatta sevmek ne kelime tanımıyordum bile. Ama kadınları hor gören bir millet için yirmi yaş çok geçti. Onlara göre en fazla on sekiz veya on yedi yaşları tam evlenme yaşıydı. Ama ben ne yapıp edip bugüne kadar gelen bütün görücüleri vaz geçirmiştim. Yine aynısını yapmaya çalılışıcaktım ve işe yarıyacağını umuyordum.

Artık eve gitme zamanının geldiğini anlayınca gözlerimi açtım ve ayağa kalktım. Lakin az önce oturduğum yerin hemen önündeki kolyeyi görünce durmak zorunda kaldım. Kolyenin ortasında kalp şeklinde koyu mavi bir elmas vardı ve etrafında küçük beyaz elmaslar vardı. Kolyenin üzerine küçük dalgalar vururken etrafa baktım ama kolyenin sahibi olabilecek kimse yoktu. Yere eğilip kolyeyi avucumun içine aldım ve tekrar ayağa kalktım.

Çok güzel bir kolyeydi alsam bir şey olmazdı herhalde sonuçta sahibi yoktu. Büyük ihtimalle dalgalar onu buraya getirmişti. Hem tam benim önümde durduğuna göre bir işaret olabilirdi veya ben sadece kolyeyi almak için bahane uyduruyordum.

Daha fazla düşünmeden kolyeyi elime hapsettim ve eve doğru koşmaya başladım.

Eve ulaştığımda giderken açık bıraktığım pencereden geri girdim ve odamın kapısına kulağımı dayadım. Konuşma sesleri geliyordu. Fazla geç kalmıştım. Babamın ne kadar sinirlendiğini şimdiden kestirebiliyordum.

Üstümdeki kum taneciklerini ve elbisemin ıslanmış uçlarını umursamadan ayağıma çorap ve ayakkabı geçirip hemen içeriye geçtim.

Salonun kapısını açtığımda bana sinirle bakan babamı umursamayıp, daha doğrusu umursamıyor gibi yapıp koltuklardan birine tabiri caizse kendimi attım. Görücü gelen kadın bana hoşnutsuz bakışlar atarken ben bulduğum kolyeyi düşündüm. Salona gelmeden önce onu yorganımın altına atmıştım.

"Kahveleri ben getiricem galiba gelinimizin havası yerinde değil mi"
"Olur mu öyle şey, kızım kalk hadi iki sade kahve yap" sonunu resmen tükürürcesine söylemişti. Bende oflayarak ayağa kalktım. Ne olursa olsun bu kadını göndermem lazımdı.

Mutfakta kahveleri yaptıktan sonra beklemeye başladım. Belki beceriksiz olduğumu düşünürlerdi. Aksine fazla becerikliydim ama bunu belli etmemem lazımdı. Kahveleri götürürken ellerimi titreterek yere dökebilirdim mesela.

Ben bunları düşünürken mutfağın kapısı açıldı. Birinin geleceğini düşünmediğimden arkamı dönüp kimin geldiğine baktım.

Otuzlu yaşlarında kahverengi saçlı ve sakallı olan ayrıca beyazları çıkmaya başlamış bir adam tam karşımda duruyordu. Bu muydu yani, bu muydu bana layık görülen.

"Naber güzellik" dedi ve bana yaklaşmaya başladı. O yaklaştıkça ben geri gidiyordum. Sonunda belim tezgaha değince durmak zorunda kaldım. Tam önümde durunca otuz iki diş gülümsedi. Tek bir sorun vardı ki ön dişlerinden ikisi yoktu ve tüm dişleri sararmıştı. Az bir sararma değildi bu, adam resmen dişlerini sarıya boyamıştı. Üstelik ağzı gelmeden önce üç soğan ve beş balık yemiş gibi kokuyordu. Aldığım kokuyla ister istemez yüzümü buruşturdum. Şuan tek isteğim bu adamın yanından gitmekti.

"Ne o utandın mı cevap vermedin" ne utanmasından bahsediyordu bu adam, eğer utandığım bir şey varsa bu şey tam olarak karşımdaki adamın suratına kusmaktı. "Uzak dur benden" "neden uzak durayım sonuçta benim olucaksın" pek el gücüm yoktu ama zekam vardı. Şuan görücüleri evden göndermek için elime bir fırsat geçmişti.

Hemen yanda duran kahve tepsisini alıp adamın kafasına vurdum. Acıyla inlerken tepside ki kahve fincanları yere düşüp kırılmış içindeki kahvelerde adamın üstüne dökülmüştü.

Sinirle bana bakarken zaten olucağını bildiğim yanağımdaki acıyla yüzümü buruşturdum.

"Oğlum ne oldu sana" kapıda görücü kadın ve babam vardı. "Gidelim ana anlatırım" dedi ve kapıdan hiddetle çıktı. "Rezalet" kadında oğlunun arkasından sinirle çıktığında babam bana döndü.

"Baba-" kendimi açıklamaya çalışmam tokat sesiyle bölündü. Her zaman olduğu gibi bugünde vurmuştu bana. "Ne biçim evlatsın lan sen" beni ittiğinde yere düşmüştüm, o da çok beklemeden kemerini çıkarmıştı. Ard arda bana vururken tek yapabildiğim şey acıyla inlemekti.

Daha fazla vurmayınca yorulduğunu anlamıştım. Evden kapıyı çarpıp gidince bile hareket etmedim, daha doğrusu edemedim.

Sonunda ayaklanmayı başardığımda odama gittim ve evden kaçarak aldığım yara kremini sürdüm. Yatmak için yorganımı açtığımda kolyeyi gördüm. Nedense içimdeki his bu kolyenin benim için önemli olduğunu söylüyordu.

Kolyeyi elime aldım ve yatağıma yattım. Elimdeki kolyeyi incelerken uykum fazlasıyla gelmişti. Kolyeyi yastığımın altına koyarken hala avucumdaydı. Daha fazla direnmeyip kendimi uykunun kollarına attım.

Kitap ilerledikçe bölümler artıcak

Sizce kolye ne işe yarıyor 👉

Bidahaki bölümde görüşürüz

Seviliyorsunuzz 🩵

Tanrının KalbiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin