"tüm gece uyumadınız mı ya siz? ne bu haliniz?" esnerken dudaklarımı örttüm. tüm gece duvarlarıma bakıp durmuştum. "dizi izlemek daha cazip geldi." diye cevap verdim rana'ya. rana, pelin'e dönüp, "peki sen ne halt yedin?" diye sordu.
"pişman değilim," dedi pelin koltuğa iyice yayılırken. "tüm gece tekin'le konuştum."
"tüm gece mi?" rana çayından bir yudum aldı. pelin kafasıyla onayladı. "evet, tüm gece. ne konuştuk ben de bilmiyorum. ama çok akıcı konuştu. hiç kapatsa da uyusam diye düşünmedim."
"ne buldunuz o kadar konuşacak?"
"her şeyden." hayranlıkla iç çekerek gülümsemeye devam etti. "o da öyle düşünüyor mudur acaba?" rana ayaklarımın ucuna iyice kuruldu. "bilmem." dedi pelin. "ama ısrarla onu çağırmalarına rağmen gitmediğine göre olabilir."
"neredeydiler ki?" diye sordum. "sanırım yamaç'ın evindeydiler."
"o çocuk evinin yolunu biliyor muymuş ya?" diyerek histerik bir yorumda bulundu rana. "ben de erkek olsam, benim de başımda sürekli hesap soran bir ev sahibi olmasa, benim de cebimde nerdeyse her gece otele verecek param olsa ben de eve girmezdim." dedim. bazen rahatlığına şaşırıyordum. ama sanırım bu da benim kadın olduğum için yaşayamayacağım rahatlıklardan biriydi.
bir süre sonra kalkarak odama doğru yöneldim. bugün okula gitmeyecektim. zaten gece gözlerimi tavana dikip derin düşüncelere dalmamın rahatlığı da bundan dolayıydı. gerçekten mental bir araya ihtiyacım vardı. bir gün bile olsa. bundan dolayı da erken yatmama gerek yoktu. gerçi ben dozu kaçırıp neredeyse hiç uyumamıştım.
önce mutfağa gidip diyet gevreğini bir kaseye döküp üstüne sütü bocaladım. daha sonra kaseyle odama gidip gitarımı amfiye, amfiyi de kulaklığa bağladım. yaklaşık üç yıldır arkadaşlarımla kurduğumuz ufak çaplı müzik grubunda gitar çalıyordum. haftada en az bir kere bir kulüpte sahne alıyorduk. genelde cover çalıyorduk, grubu ilerletme gibi bir amacımız yoktu. çocukluğumdan beri zevk aldığım bir şeydi gitar çalmak. hem harçlığımı çıkarıyordum, hem de sevdiğim bir şeyi yapıyordum.
sevdiğim şeyleri yapmak son beş aydır bana o kadar yabancı gelen kavramdı ki, bunu kabul ettiğime bile şaşırıyordum. önceden hayat dolu biri olarak şu anda bu halde olmam ve eskiden yapmayı çok sevdiğim şeyleri şimdi yapmamak beni ne kadar üzse de, içimde eski hobilerime geri dönmenin enerjisini taşıyamıyordum bir türlü. sanki onlar da beş ay önce hayali için beni terk eden eski sevgilimle gitmiş gibiydi.
ama bırakamadığım tek şey müzikti. çocukluğumdan beri hayatımda olan bir şeydi ve şimdi tüm dünyadan kaçmak için, fiziksel olarak olmasa bile ruhsal olarak farklı evrenlere beni götürebilen bir araçtı. hayatımda olan en ufak bir gelişmeyi herhangi bir şarkıyla bağdaştırabiliyordum. bu bana kelimenin tam anlamıyla olmasa da huzur verebiliyordu. hoş, zaten tamamen huzurlu hissetmeyeli uzun zaman olmuştu. çok uzun zaman.
birkaç şarkı çalıştıktan sonra masaya oturdum ve kendimi odaklanmaya adadım. her ne kadar beynim buna karşı çıksa da en azından bir saat not çıkarsam yeterliydi ama fiziksel olarak bunu yapamıyordum. kafam ne kadar karışık olursa olsun en azında iki cümle yazabilmeliydim. eskiden çok yapardım. eskiden yazmayı çok severdim.
yazınca kafam boşalırdı, içim bir şekilde rahatlardı. sonra bir daha aynı konular üzerinde düşünmeyeyim diye hapsini yakardım. sanki benden sonsuza kadar uzak kalacaklarmış gibi. unuttuklarım, hatırlayamadıklarım ya da hatırladıklarım vardı elbette. üstelik en az hatırlamak istediğim şeyleri hatırlıyordum. belki de bu yüzden önceden kalemin kağıt üzerinde gezinirken çıkardığı ses hoşuma giderken şu an beni en çok rahatsız eden şeylerden biriydi.
önceden bayıla bayıla yaptığım şeyler şimdi işkence gibi geliyordu. hissettirdiklerine, hatırlattırdıklarına, düşündürdüklerine, kısacası hiçbir şeyine tahammülüm kalmamıştı. hepsi kesip atmak istediğim, unutmak istediğim şeylerdi.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
lavender haze
Teen Fiction*lavender haze 1950'lrde aşık olmak anlamında kullanılan bir tabirdir. asya: erkeklere güvenmemeyi erkeklerden öğrendim ben