"umarım o çocuğu tekrar görürüm."
"eğer görürsen lütfen bize tatlı olduğundan başka bir bilgi getir. mesela, adı." dedi rana kaşlarını kaldırarak. bu sırada kafeteryaya girmiş ve şansımıza boş bir yer bulmuştuk. pelin dudaklarını dişlemeye başladı. "bunu yapabileceğimden emin değilim."
"nedenmiş o? gidip konuş işte. seni geri çevireceğini sanmıyorum." yaklaşık dört yıllık arkadaşlığımızın başından beri bilmem kaçıncı kere süzdüm onu. "seni geri çevirecek adam daha anasının karnından doğmadı."
"çok tatlısın asya ama bende o cesaret yo- tanrım, burada!"
rana ile aynı anda "nerede?" diye sorduğumuzda pelin bir koluyla benim, bir koluyla rana'nın koluna girerek bizi biraz yakınına çekti ve gözleriyle en köşedeki masayı gösterdi. dün yamaç ve arkadaşlarının oturduğu masaydı. bugün de oradaydılar. yamaç da dahil. "bir taşta iki kuş desene," diye mırıldandım.
ikisi de kaşlarını çatarak bana baktıklarında arkama yaslandım. "çocuğun sağındaki yamaç." pelin'in gözleri büyürken rana kimden bahsettiğimizi bilmiyordu. "bilinmeyen numara." diye açıkladım ona. "oha!" gözlerini arkamda oturan yamaç'tan çekip bana baktı. "bu çocuk niye bu kadar yakışıklı?"
"benim bir fikrim var!" pelin sırıtarak bana döndüğünde gözlerim irileşirken neyden bahsettiğini anladığımda hızla başımı iki yana salladım. yanlarına gitmemi istiyordu ama ben o masada oturanları hayatımda bir kez bile görmemiştim ki! aynı okulda olmamıza rağmen, evet. "hayatta olmaz!"
"ölünce yapamazsın zaten asya. hadi lütfen!" diyerek elime kalem tutuşturdu. "olmaz pelin." derken beni çoktan ayağa kaldırmıştı. "hadi ama. hatırım için." beni masaya doğru ittirdi. dengemi kaybetmemek için az daha sandalyeleri düşüreceğim gerçeğini görmezden gelerek içimden okkalı bir küfür ettim. derin bir nefes alarak yanlarına gittim. az önceki sandalye seslerinden olacak ki masadakilerin hepsi ne yaptığımı sorguluyorlardı. yamaç ise sırıtıyordu.
kaşlarını kaldırdı. "sarışın?" ben de ona gülümsedim. "n'aber?" diye sordum biraz rezilliğimi unutmaya çalışarak. "iyi, sen?" keyfi yerinde duruyordu. "iyi, ne olsun işte. takılıyoruz. hiç ümitlenme ama sana gelmedim."
"hadi ya?"
"valla." daha sonra pelin'in gösterdiği çocuğa döndüm. "asya, memnum oldum." elimi uzattım. çocuk yamaç'a sırıttıktan sonra elimi sıktı. "tekin."
"sevgilin ya da konuştuğun biri var mı tekin?" yamaç dilini yanağının içinde gezdirirken sinir olmuş bir şekilde güldü ve ıslık sesi çıkarttı. "çüüş, hayran kaldım şu an."
"yok." tekin gülümsedi. memnun olmuş bir şekilde gülümsedikten sonra yanındaki boş sandalyeye oturdum ve kalemle pelin'i işaret ettim. "şu önümüzde oturan kahverengi saçlı kız hakkında ne düşünüyorsun?" pelin ondan bahsettiğimizi görünce panikle yüzünü kapattı. tekin dudaklarını ıslatarak kıkırdadı. "güzel, tatlı. masum duruyor."
"biliyor musun, o da senin hakkında aynı şeyleri söyledi." tekin'in eline pelin'in adını, numarasını ve instagram hesabını yazdım. "bence bir konuşun." eline yazdıklarımı okudu. "pelin karaca.."
sırıttım. "ay-nen."
gömleğinin yakalarını düzelterek kalktı. "ben birazdan dönerim." diyerek ayağa kalktı ve pelin'in oturduğu masaya yöneldi. güldüm. "çok kolay oldu."
"fazla cesursun." bakışlarımı kıkırdayan kızıl saçlı kıza çevirdim. dün yamaç'a kaçırmaması gerektiğini söylediğim kızdı bu. yakından daha da güzel görünüyordu ve ses tonu da kendi gibi güzeldi. "ben olsam kesinlikle yapamazdım. arkadaşım için bile."
gülümseyişine göstermelik bir tebessümle karşılık verdim. "böyle yaptığımızda -ya da yaptığınızda- kendilerini bir halt sanıyorlar. ama aslında bir bok değiller."
yamaç tok bir sesle güldü. "işte başlıyoruz."
"hayır başlamıyoruz." ayağa kalktım. "çünkü ben gidiyorum."
"o zaman sonra görüşürüz." dedi imalı bir sesle.
bense ellerimi çenemin altında birleştirip dua ediyor edasıyla gözlerimi kapattım. "umarım olmaz ya."

ŞİMDİ OKUDUĞUN
lavender haze
Roman pour Adolescents*lavender haze 1950'lrde aşık olmak anlamında kullanılan bir tabirdir. asya: erkeklere güvenmemeyi erkeklerden öğrendim ben